30 Ocak 2008 Çarşamba

Boyun AĞrilari

BOYUN AĞRILARI
Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorundur.
Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:
Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler
Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)
Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.
Akut boyun ağrısının en sık nedenleri:
Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları
Miyofasyal ağrı sendromu
Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain)
Kronik boyun ağrısının en sık nedenleri:
Boyun kireçlenmesi
Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit)
Fibromiyalji
Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar – daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler.
Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi yoluna gidilir.
Boyun Fıtığı
Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilere göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır.
İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirimize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.
Boyun Kireçlenmesi
Servikal omurgayı meydana getiren yapıların (kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik - yanma - batma, ellerde zayıflık - beceri azalması - uyuşma - karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.
Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler:
İstirahat
Boyun korsesi
İlaç tedavisi
Fizik tedavi
Egzersiz
Enjeksiyon yöntemleri
Eğitim
Servikal Strain
(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması):
Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür.

Krup Nedir - Tedavisi

Krup nedir? Belirtileri nelerdir?
Krup gırtlak ve çevresini tutan, daha çok küçük çocuklarda görülen viral bir hastalıktır. Ses tellerinde şişme meydana getirir. Virüsler daha çok soğuk algınlığına sebep olan virüslerdir. En çok kışın ve ilkbahar başında görülür. Enfeksiyon daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu tarzında başlar. Çocukta burun akıntısı, boğaz ağrısı, ateş ve huzursuzluk olur. Daha sonra gırtlak nefes borusu ve bronşlara ilerleyebilir. Bu bölgelerdeki sekresyonlar(salgılar)da artış olur. Ağır vakalarda çocuk nefes alırken kaba hırlama tarzında stridor denilen bir ses duyulur. En belirgin özelliği çocukta ses kısıklığı ve havlar tarzda öksürüktür. Belirtiler genelde gece çocuk yatar pozisyondayken ağırlaşır. Çoğunlukla 5-6 gün içinde kendiliğinden iyileşmesine rağmen öksürük daha uzun devam edebilir. Krup %5-10 hastada hastanede tedavi görmeyi gerektirecek kadar ağır seyredebilir. Ağır krup tıbbi acil bir durumdur. Bu durumdaki bir çocukta nefes almada güçlük, hızlı nefes alma, huzursuzluk, ağız etrafında, dudak ve tırnaklarda morarma görülür.

Krup nasıl bulaşır?
Virüs genellikle hasta olan kişinin öksürmesi veya hapşurmasıyla havaya çıkan damlacıklarla, ya da direkt temasla bulaşır. Soğuk algınlığı yapan birçok virüs krupa neden olmasına rağmen en sık etkeni parainfluanza virüsüdür. Krup tekrar edebilir, sık tekrar ediyorsa alerjik nedenler ve reflü (mide içeriğinin yemek borusuna kaçma durumu) araştırılmalıdır. Beş yaşından sonra hastalık daha az görülür. Bazı çocuklarda hastalığın alerjik yönü de vardır.

Krup tanısı
Krup tanısı klinik tabloya ve muayeneye göre konulur, tanı için özel bir teste ihtiyaç yoktur.

Krup tedavisi
Evde tedavi
Kruplu çoğu çocuk tedaviye ihtiyaç göstermez. Bunlar hafif vakalardır. Genellikle 20-30 dakika soğuk buhar uygulanması, bol ılık sıvı alınması, ateş için ağrı kesicilerin verilmesi yeterlidir. Çocuk gece sıkıştığında açık havaya çıkarılıp nefes aldırtılması gerekir. Çünkü soğuk hava ses tellerindeki şişliği azaltarak çocuğun nefes almasını kolaylaştırır. Çocuğun nefes almasını kolaylaştırmak için yatarken başı yükseltilmelidir. Ayrıca, ağlama esnasında nefes darlığı artar, bu yüzden çocuğun sakin tutulmaya çalışılması önemlidir.
Hastanede tedavi
Ağır vakalar hastanede tedavi edilir. Hastalara oksijen verilir, aralıklı soğuk buhar uygulanır, tedavide kortikosteroid ve adrenalin denilen ilaçlar kullanılır. Çocuk acilde uygulanan bu tedavilere yanıt veriyorsa, bir iki saat takip edilip eve gönderilebilir, vermiyorsa hastaneye yatışı gerekebilir.

Kruptan nasıl korunulur?
Krup bulaşıcı bir hastalık olduğu için çocuk mümkün olduğunca soğuk algınlığı ve öksürük belirtileri olan kişilerden uzak tutulmalıdır. Çocuğun elleri sık sık yıkanmalıdır. Belirtieri ağırlaşmadan, tedaviye erken başlanmalıdır. Çocuk özellikle solunum yollarında tahrişe neden olan sigara dumanına maruz kalmamalıdır.

şişmanlik (obezite) Nedenleri - Tedavisi

ŞİŞMANLIK (OBEZİTE)
Şişmanlık, alınan kalori miktarının harcanan kalori miktarından fazla olması sonucu vücutta yağ miktarının artmasıyla sonuçlanan bir hastalıktır. Besinlerle alınan enerji, harcanan enerji miktarından fazla ise kilo alımı ortaya çıkar. Şişmanlık (obezite) vücutta birçok rahatsızlığa yol açar. Özellikle kalp ve damar rahatsızlıkları, hayati tehlike yaratan durumlardır. Bunun dışında hormonal bozukluklar, sindirim ve solunum sistemi hastalıklarının oluşmasında çok önemli bir faktördür.
Peki şişman olduğumuzu tıbbi yönden nasıl anlarız? Bunu hesaplamanın kolay bir yolu vardır. Kilonun boyun karesine bölünmesiyle vücut kitle indeksi ölçülür. (BKİ) Birimi kg/m2 dir. BKİ 25 in üzerinde olanlar fazla kilolu, 30' un üzerindekiler ise şişman yani obezdir.
Ayrıca başka ölçümler de şişmanlık tanısında kullanılmaktadır. Bel çevresinin kadında 80 cm den fazla, erkekte 94 cm den fazla olması kişinin kilolu olduğunu gösterir. Yine bu değerlerin kadında 88 den, erkekte 102 cm den fazla olması obez olarak tanımlanmaktadır. Bel kalça oranını ölçerek de risk altında olup olmadığınızı öğrenebilirsiniz. Bel çevresinin(cm), kalça çevresine(cm) bölümüyle elde edilen değer kadında 0.8, erkekte 1'in üzerinde olmamalıdır. Yoksa şişmanlığa bağlı hastalık riski artar.

DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE ŞİŞMANLIK
Dünyada yetişkin şişman (obez) sayısı 300 milyonun üzerindedir. Türkiye' de obezite araştırma derneğinin yaptığı araştırmada, toplumun yüzde 23'ü obezdir. Kilolu kişilerle beraber bu oran yüzde 30 civarındadır. Karadeniz bölgesinde bu oran yüzde 35'e kadar çıkmaktadır.
Bugün yapılan araştırmalara göre A.B.D de yaşayan her üç kişiden birisi şişmandır. Amerikalı gençlerin yüzde 15'i fazla kilolu. Bunun en büyük nedenlerinden biri de fast food dediğimiz yiyeceklerden kaynaklanıyor.Bu kadar fazla şişman bir toplum olmamızın nedeni, aldığımız ve harcadığımız kaloriyi dengede tutamamamız yüzündendir. Bir de hayatımızı tv karşısında hareket etmeden geçirmeye başlayınca, kilo almamamız için hiç bir neden kalmıyor.

ŞİŞMANLIĞIN NEDENLERİ
Şişmanlıkta en büyük neden fazla yemek yemedir. Ben hareket ediyorum nasıl olsa yiyebilirim gibi bir düşünce çok yanlıştır. Bir müddet sonra kilo alımı başlar. Çünkü kişi yaptığı işin ne kadar enerji kaybettirdiğini bilmemektedir.

Şişmanlık, hareketsiz bir yaşam tarzından da kaynaklanmaktadır. Örneğin, devlet dairelerinde oturarak çalışan kişilerin, ağır ve yorucu bir işte çalışanlara göre kilolu olma ihtimali daha fazladır. Çünkü hareket eden de etmeyen de aynı miktarda besin almaktadır. Bu nedenle vücut dengesi bozulur. Televizyon karşısında saatlerce oturup abur cubur tarzı yiyecekleri yiyen kişilerin obez olma ihtimali daha fazladır.

Psikolojik sorunlar, çok fazla yemek yemeye sebep olabilir. Anne ve baba arasındaki sorunlar veya ruhsal çöküntü içinde olanların yemek yeme isteği artabilir. Şişmanlık ve psikolojik etmenler arasında bir bağlantı olduğu kabul edilir.

Kalıtsal (genetik) faktörlerin de şişmanlıkta önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Yapılan araştırmalara göre anne ya da babası şişman olan çocuğun da şişman olma ihtimali yüzde 50'dir. Buna karşın ailesinde bu sorunu olmayan kişlerin çocuklarının, obez olması yüzde 8'lik bir ihtimaldir. Eğer hem anne hem baba şişmansa çocukta görülme ihtimali yüzde 80 gibi çok yüksek bir düzeydedir. Bu kalıtsal değişikliklerin yanında, ailenin beslenme şekli de şişmanlıkta rol oynamaktadır.

Toplumda az görülmekle birlikte, hormonal ve aaaabolik bozukluk da şişmanlığa sebep olmaktadır. Kişinin aaaabolizması yavaşladığı için yediği yiyeceklerin bir kısmını depolar. Bunu depolarken yağ şekline çevirerek yapar. Bu da obezliğe sebep olur.

Son yıllarda obezliğin artmasında önemli bir neden gelişen teknoloji ve endüstriyle birlikte fiziksel güç gerektirecek işlerin azalması ve makineleşmeye doğru giden iş gücüdür. Yaşam tarzı pasifleşmeye başlamıştır.

ŞİŞMANLIĞIN (OBEZİTENİN) ZARARLARI
Şişmanlığın üzerinde durulması gereken, hayati tehlikeye neden olan, kalp damar hastalıklarında çok önemli bir etken olduğu aşikardır. Kolesterolün yüksek olması tansiyon yüksekliğine ve damar tıkanıklığına yol açmaktadır. Bu durumda kalp krizi geçirme riski artar. Kilo vermek, bu hastalıklarda düzelme sağlar. Erişkin tipi şeker hastalığının en büyük nedeni şişmanlıktır. Ne kadar şişmansanız şeker hastası olma riskiniz o kadar fazladır. Yağ oranı fazla kişilerde karaciğerde aşırı yağ artışına bağlı olarak yağlanma meydana gelir.

Kas ve iskelet sistemi de şişmanlığın zararlı etkilerinden nasibini alır. Ağır bir yükü taşımak zorunda olan kas ve kemiklerde dizde ve kalçada kireçlenme, varisler, kas zayıflığı ve fıtık görülebilir. Yağlar, kanın kalbe dönmesini zorlaştırır.

Şişman kişilerin, çoğu zaman zor nefes aldıklarını görürüz. Çünkü solunum için şişmanlık bir yüktür. Kandaki karbondioksiti artırır. Solunum yapmak güçleşir. Uyku hali görülür.

Özellikle gençlerde görülen şişmanlık psikolojik sorunlara da yol açar. Hoş bir görüntü oluşturmadığı için kişinin psikolojisini de bozabilir.
Şişman kadınlarda doğum yapmak zordur ve aynı zamanda risklidir. Kısırlığa bile yol açabilir. Adet düzensizliği görülür. Safra kesesinde taş olma ihtimali artar.

Yara ve deri hastalıkları artar. Ayakta mantar görülebilir.
Tüm bunların yanında şişmanlık performansı düşüren bir durumdur. Kişinin hayatını zorlaştırır, çabuk hareket etmesini önler. Ömrü kısaltan bir sorundur. Mutlaka tedavi edilmelidir.
ŞİŞMANLIK TEDAVİSİ
Şişmanlık tedavisinde ilk ve en önemli basamak diyettir. Diyet, kişiyi ideal kilosuna getirmek için sağlıklı bir beslenme şekli uygulanmasıdır. Diyet az kalorili olmalıdır ve diyetin dengeli bir şekilde uygulanması gerekir. Diyet yapmadan sonuç elde etmek çok zordur. Yağ, şeker ve tuz miktarını azaltmak gerekir.
Diyet sırasında şunların yapılması tedavinin başarılı olması için gereklidir:

* Mutlaka günde üç öğün yemeğinizi aksatmadan yiyin. Öğün atlamanız bir sonraki öğünde daha fazla yemenize neden olur,
* Spor yapmaya çalışın. Egzersiz yapmak; sağlıklı olmak ve kalori kaybetmek için çok faydalıdır. Bunu düzenli bir şekilde uygulayın. Spor verilen kiloyu tekrar almamak için yapılmalıdır. Spor yapınca psikolojik olarak da rahatlarsınız,
* Az yağlı sebze, beyaz et (yağsız), meyve ve kuru baklagiller ile beslenin,
* Bol bol su için,
* Hamur yapımı yiyeceklerden, tatlılardan uzak durun.

Bu tedavinin yanında hastanın yemek alışkanlığını ve aktivitelerini değiştirici davranış tedavisi de uygulanır. Amaç kişiyi disiplin altına almak ve iradeli olmasını sağlamaktır. İlaç ve cerrahi tedavi ise çocuklarda tavsiye edilmemektedir.

Zatürre Nedenleri - Tedavisi

ZATÜRRE
Zatürre, bakterilerin yol açtığı, yüksek ateş, öksürük ve koyu balgamla kendini belli eden bir hastalıktır. Bu bakterilerin neden olduğu her 100 zatürreden 5'i ölümle sonuçlanır. Ayrıca bu bakterilerin kanda görülmesi ve bütün vücuda yayılması ciddi rahatsızlıklara yol açar. Bunların başında menenjit gelir. Belirtileri aniden ortaya çıkabileceği gibi, kronik ve uzun süreli bir seyir de gösterebilir. Küçük çocuklarda ve yaşlılarda şiddetli seyreder ve ölüme yol açabilir.
A.B.D'de yaklaşık 200 bin kişi pnömokokların neden olduğu zatürreye yakalanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre dünyada her sene 100 kişiden 1-2'si zatürre olmaktadır. Türkiye'de Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre her yıl yaklaşık 90 bin zatürre vakası görülmektedir. Bu hastalardan 2-3 bini hayatını kaybetmektedir. Zatürre mikrobunun antibiyotiklere karşı direnç kazanması da bu hastalığın ciddiyetini arttırmaktadır.

ZATÜRRE HASTASININ GÖRÜNÜMÜ NASILDIR?
Zatürre hastasının ateşi 39-40 dereceye kadar yükselmiştir. Bu ateş, şiddetli bir titremeden sonra yükselebilir. Hastanın rengi solmuştur ve sık sık hırıltılı bir şekilde öksürür. Hastada yorgunluk, halsizlik vardır ve vücut direnci zayıf düşmüştür. Endişeli bir ruh hali görülür. Ayrıca hastanın dudakları morumsu bir renktedir ve dili kurumuştur.
Yaşlılarda zatürreyle birlikte vücut ısısı düşebilir. Sonuçta şok denen durum ortaya çıkar. Öksürük ve ateş yükselmesi olmayabilir.

ZATÜRRENİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Zatürreli hastalarda 40 dereceye varan ateş, koyu balgam çıkarma, titreme, öksürük ve yorgunluk görüldüğünü belirtmiştik. Bunların dışında da düzeltilmesi gereken, dikkat çekici bazı bulgular vardır. Göğüs ağrısı artar ve sırta, kürek kemiğine doğru yayılır. Bunların dışında şu be ağrısı çok sık karşılaşılan bir bulgudur. Nefes alıp verirken ve öksürürken lirtileri sıralayabiliriz:

* Şiddetli baş ağrısı ile baş dönmesi
* Hızlı solunum, endişelenme ve bayılacağını hissetme
* Boğazda, kaslarda ağrı olması
* Nefes alıp verirken sırtta batma tarzında bir ağrı
* Dudakların morarması ve dudaklarda uçuk tarzı yaralar meydana gelmesi
* Dalgın ve yorgun bir halde olma, söylenenleri algılamada zorluk çekme
* Çok fazla su içme isteği ve idrar miktarının azalması
* Çok şiddetli ve ilerlemiş vakalarda koma hali görülür.

Bu belirtilerin hepsinin birarada olması gerekmez. Bunlardan bir kaçının olması, zatürre olma ihtimalini gösterir. Vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.

ZATÜRRE NASIL BULAŞIR?
Zatürreye neden olan bakteriler, yakın temas sonucu, solunumla beraber vücuda alınır. Üst solunum yollarında, burun ve ağzın birleştiği yerde yerleşip çoğalırlar. Burada gruplar halinde yer alırlar. Kalabalık yerler, kapalı alanlar, insanların toplu halde yaşadığı okullar, askeriye ve yurtlar zatürrenin bulaşma ihtimalinin fazla olduğu yerlerdir. Salgın şeklinde ortaya çıkabilir fakat soğuk algınlığı kadar bulaşıcı değildir. Bulaşması için en uygun ortam bir arada yaşayan ailedir. Özellikle küçük çocuklar arasında yaygındır.

ZATÜRRE TANISI VE TEDAVİSİ
Hastanın şikayetleri ve yapılacak fiziki muayene sonrası büyük ölçüde tanı konur. Doktor, akciğerleri dinlediğinde, solunumun anormal olduğunu anlar. Solunum sırasındaki ses değişmiştir. Bunun dışında akciğerin filminin çekilmesi tanı için önemlidir. Ayrıca, yapılacak kan sayımı, kanda bakterinin araştırılması, bazı testler kesin tanı konmasını sağlar.
Zatürrenin tedavisi hastalığın şiddetine göre değişmektedir. Hastalığın hafif seyrettiği hastalarda antibiyotik kullanımı ve balgam yumuşatıcılarla hem hastalık tedavi edilir, hem de hasta rahatlar. İlaçlar, enjeksiyon yoluyla ya da ağızdan verilerek uygulanır. 2-3 gün sonra yapılacak kontrollerle hastalığın seyri hakkında bilgi elde edilir.
Hastalığın ağır seyrettiği durumlarda, kişinin hastaneye yatırılması gerekir. Yaklaşık 10 gün süren bir tedavi uygulanır. Hastanın durumuna göre bu tedavinin süresi uzatılır ya da kısaltılır. Gerekirse oksijen desteği ile hastanın solunumu kolaylaştırılır. Damardan antibiyotik ya da sıvı verilir.

ZATÜRRE AŞISI
Zatüre hastalığı ölüme yol açan tehlike bir hastalık olduğundan bu hastalığın tedavisi kadar zatürreden korunmak da çok önemlidir. Yapılan aşıyla hastalığa, neden olan mikroplara karşı bağışıklık kazanılır. Bu bağışıklı yıllar sürebilir. 5-6 yıl sonra aşının tekrarlanmasında fayda vardır. Bebek doğduktan iki ay sonra uygulanabilir.
Özellikle risk grubundaki kalp hastaları, alkol ve sigara kullananlar, şeker hastaları, bazı kalp hastalıkları olanlar, 60 yaşın üzerindeki kişiler için uygulanmalıdır. Bağışıklık sistemi zayıf olan hastalarda da mutlaka uygulanmalıdır. Bu kişilerin hastalığa yakalanması kolaydır. Özellikle HIV virüsünü taşıyanlar ve AİDS'li kişilerin aşı olması gerekir.
Yukarıda belirttiğimiz risk faktörlerine sahip olan kişilerin aşı olması, hastalığa yakalanma ihtimalini oldukça azaltır. Aşıdan başka, bu risk faktörlerinin de ortadan kaldırılması koruyucu bir tedbir olarak düşünülebilir.

Vitiligo Nedir , Nedenleri - Tedavisi

VİTİLİGO NEDİR? KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Derimizde pigment üreten, dolayısıyla derimize rengini veren melanosit hücreleri vardır. Çeşitli sebeplerden dolayı, bu melanositlerin hasar görmesi sonucu, pigment üretilemez. Pigment yetersizliği sonucu deride, dağınık ve yama şeklinde sınırları belli olan beyaz alanlar (leke) oluşur. Süt kadar belirgin bir beyazlıktır.Bu lekelerin büyüklükleri değişiktir; nokta kadar ya da 2-3 madeni para büyüklüğünde olabilir. bu şekilde deride ortaya çıkan hastalığa vitiligo denir. Vücutta en çok etkilenen yerler el, kol, bacak, yüzdür. Genital bölgede de görülme sıklığı fazladır.
Toplumda her yüz kişiden ortalama 1.5'inde vitiligo ortaya çıkar. Kalıtsal faktörlerin (ailesinde bu hastalığa yakalanmış olanların olması) bu hastalığın ortaya çıkmasında etkili olduğunu söylemek mümkün. Yapılan araştırmalar, ailesinde bu hastalık görülen kişilerin yüzde 25'inde vitiligonun görüldüğünü göstermiştir. Deride beyazlık şeklinde kendini gösteren bir hastalık olduğundan, koyu renkli kişilerde daha belirgindir. Ortaya çıkma yaşı değişkendir. Hastaların yarısı 20 yaşından önce hastalığa yakalanmıştır.

VİTİLİGO NİÇİN ORTAYA ÇIKAR?
Vitiligonun ortaya çıkış sebebi, deriye rengini veren melanosit hücrelerin azalması sonucu pigment üretilememesidir. Bu hücrelerin niçin azaldığı kesin olarak bilinmese de bazı teoriler üretilmiştir. Genlerde ortaya çıkan bazı bozukluklar, bağışıklık sisteminin bozulması sonucu vücudun melanositleri yıkması, bu hücrelerin kendi kendini yok etmesi gibi nedenler yüzünden melanositlerin azaldığı düşünülmektedir.
Ayrıca hastalığın ortaya çıkmasında ya da daha da şiddetlenmesinde etkili olan bazı faktörler vardır. Güneş yanması, stres, bazı hastalıklar ve çarpma gibi faktörler bu hastalıkta etkin rol oynar. Tabiki kalıtsal faktörleri de unutmamak gerekir. Aile öyküsünde bu hastalığın olması da bir risk faktörüdür.

VİTİLİGONUN BELİRTİLERİ VE SEYRİ
Vitiligonun belirtisi, deride yama şeklinde görülen beyaz lekelerdir. Süt beyazı gibidir. Bazı olgularda, vücudun tamamı beyazlar. Bu beyaz alanlardaki kıllarda da beyazlaşma olabilir. Koyu tenli kişilerin rahatlıkla farkettiği bu durum, açık tenlilerin de güneşte bronzlaşması sonucu dikkat çekecek düzeydedir. Hastalığın şiddeti ve seyri herkeste aynı değildir. Lekelerin olduğu yerde bazı esmerlikler olabilir. Bunun nedeni hala o bölgede bir miktar pigment olmasıdır.
Vitiligolu kişilerde pigment kaybı, hastalık ortaya çıktıktan bir süre sonra durur. Yani pigment miktarı sabit kalır. Sonra tekrar pigment kaybı ortaya çıkabilir ve bu şekilde devam eder. Hastalık ilerler ve hasta eski rengine kavuşamaz. Derinin renginin tamamen değişmesi yani vücudun tek renk olması hastalığın geçtiği anlamına gelmez. Vitiligo devam etmektedir.

VİTİLİGO TANISI NASIL KONUR?
Vitiligonun tanısını koymak zor değildir. Hastadan alınan bilgiler ve yapılan fiziki muayene sonucu vitiligo tanısı konabilir. Bunun için cildiye uzmanına başvurmanız gerekir. Fakat çok açık tenli kişilerde tanı koymak bazen zor olabilir. Bu durumda kullanılan ışıklı bir cihazla tanı konur. Yine bu da kolay ve ucuz bir yöntemdir.
Vitiligo için herhangi bir kan ya da idrar tahlili gerekmez. Fakat vitiligoyla beraber bazı hastalıklar görülebileceğinden bu durumun araştırılması için bazı tetkiklerin yapılmasında fayda vardır.

VİTİLİGO TEDAVİSİ
Vitiligonun tedavisinde doktor tarafından uygulanan tedavi ile hastanın dikkat etmesi gereken bazı durumlar vardır. Amaç; melanosit hücrelerinin çalışmasını normale döndürmektir. Bunun için bazı ilaç ve kremler kullanılmaktadır. Fakat son zamanlarda uygulanan en etkili yöntem lokal ultraviyole B (UVB) ışık tedavisidir. Yeni ve gelişmiş bir yöntemdir. B u ışık tedavisi sadece lekelerin olduğu bölgelere uygulanır. Böylece vücudun diğer bölgelerinin oluşacak yan etkilerden korunması amaçlanır. Bu tedavi için bir kaç seans yeterli olmamaktadır. En az 10 seansta hastalığa cevap alınmaktadır. Bu seanslardan sonra hasta normal yaşamını sürdürebilmektedir. Haftada 2-3 seans uygulanır.
Bunun dışında krem tedavisi uygulanmaktadır. Fakat yüze uygulandığında dikkat edilmesi gerekir. Çeşitli yan etkileri olabilir. Ayrıca bazı ilaçlarla hastalığın ilerlediği durumlarda, lekelerin olmadığı bölgelerin de renginin açılarak, hastanın derisinin görünümü normal hale getirilmeye çalışılır.
Vitiligo hastalarının güneşe dikkat etmesi gerekir. Güneşe çıkarken yüksek koruyucu faktörlere ( en az 15 faktör ) sahip krem kullanılmalıdır. Çünkü vitiligolu kişilerde güneşe karşı savunma mekanizması azalmıştır. Sonuçta ortaya çıkacak güneş yanıkları, hastalığın şiddetlenmesine neden olur.
Bu tedavilerin hepsi hastanın yaşı, maddi durumu, hastalığın şiddeti göz önüne alınarak yapılır. Her hastaya aynı tedavi şekli uygulanmaz. Tedavi sonucu elde edilen başarı genellikle yüz bölgesindeki lekeler içindir. Eller ve ayaklar tedaviye geç yanıt vermekte ve düzelmesi gecikmektedir. Zaten hastayı da en çok rahatsız eden yüz bölgesi olduğundan, tedaviyle sevindirici sonuçlar alınmaktadır.

Verem (tüberküloz) Nedenleri - Tedavisi

VEREM (TÜBERKÜLOZ) NEDİR?
Verem, mycobacterium tuberculosis(Koch basili) adındaki bir bakterinin neden olduğu bulaşıcı, iltihabi bir hastalıktır. Bu hastalığın etkenini 1882 yılında Robert Koch adında alman bilm adamı bulmuştur. Çoğunlukla akciğerlerde ortaya çıkan bu hastalık nadir de olsa diğer organları tutabilir. Genelde akciğer veremi olarak bilinir. Bu bakteri vücuda girdikten sonra hemen hastalık oluşturmayabilir. Vücut direncinin düşmesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı bu bakteri daha sonra vereme neden olabilir.
Verem hala bütün dünyada tıbbi ve ekonomik imkanı yetersiz olan insanlar arasındaki başlıca ölüm nedenidir. Bu bakterinin dünyada 1.7 milyar insanda bulunduğu ve her yıl 3 milyon insanın bu yüzden öldüğü tahmin ediliyor. Her yıl 10 milyon civarında yeni verem hastaları ortaya çıkmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tüm ölümlerin yüzde 6'sının veremden kaynaklandığını tahmin etmektedir.

VEREM NASIL BULAŞIR?
Verem, genelde solunum yoluyla bulaşan bir hastalıktır. Bu yüzden verem mikrobu da çoğunlukla akciğere yerleşir. Vücut savunması yetersiz kaldığında ve bakteri akciğere yerleştiğinde burada yara oluşumu gerçekleşir. Bu sırada bakteri çoğalmaya devam eder. Nefes alıp verirken olmasa da hapşururken veya öksürürken bu bakteriler dış ortama geçer. Dış ortama geçen bakteri kapalı ortamlarda başka kişilerin nefes almasıyla akciğerlerine geçer. Böylece verem mikrobu diğer kişilere de bulaşmış olur. Bazen hemen vereme sebep olur bazen de vücut direnci yerinde olduğunda bağışıklık sistemi hücrelerince tutulur. Eğer bağışıklık sistemi zayıflarsa ki bu durumda kendimizi çok güçsüz hissederiz, verem hastalığı ortaya çıkar. Hastalık ilerlerse kişinin balgamında verem mikrobu bulunur. Bu kişiyle temas hastalığın bulaşmasına neden olabilir. Bir diğer bulaşma yolu ise pastörize edilmemiş sütlerle beslenenlerde görülür. Gelişmiş ülkelerde pek görülmese de inek sütü ile beslenen, iyi kaynatılmamış ya da pastörize edilmemiş sütlerin içilmesi sonucu ortaya çıkar.

VEREM HASTASINDA GÖRÜLEN BELİRTİLER NELERDİR?
Verem hastalığının belirtileri sadece bu hastalığa özgü değildir. Bir çok akciğer hastalığında bu belirtiler görülebilir. Verem hastalarında en çok görülen belirti öksürüktür. Öksürük sırasında hasta balgam çıkarabilir. Balgam çıkarma ve kan gelmesi hastalığın kronikleşmiş olabileceğinin bir göstergesi olabilir. Fakat hastalığın başlangıç döneminde nadir de olsa bu durum gözlenebilir. Halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, öksürük ve gece terlemesi hastalığın ilk belirtileridir. Kişi genelde bu durumun verem olabileceğini düşünmez. İlerlemiş verem hastalığında akciğerdeki hasar sonucu nefes almada güçlük çekilebilir. Hastanın ateşi artar.

KİMLER RİSK ALTINDA?
Günümüzde en riskli kişiler aids hastalarıdır. Bu durumda vereme yakalanma riski artmaktadır. Ekonomik seviyesi düşük, sağlık ihtiyaçları yeterince karşılanamayan kişilerde vereme yakalanma daha sık görülür. Beslenme verem hastalığının önlenmesinde çok önemlidir. Maddi imkansızlıklar yüzünden dengeli ve yetersiz beslenen kişilerde görülme ihtimali fazldaır. Bu genelde sosyoekonomik düzeyi düşük gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan bir problemdir. Kalabalık ortamlarda bulunma, şehir hayatı risk faktörlerindendir. Bunun yanında yapılan çalışmalar ırklar arası farkın da verem hastalığında etkili olduğunu göstermektedir. Kan grubu AB olanlar, 0 olanlara göre vereme daha çok yakalanmaktadir. Alkol kullanımı verem riskini 10 kat arttırır. Ayrıca şeker hastalığı, çok stresli bir yaşam, kanser bu hastalığın oluşmasında etken rol oynamaktadır.

VEREM NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Bazı belirtiler iki haftadan fazla sürüyorsa yapılan ilk muayene sonrası hastadan bazı tetkikler istenir. Bunlardan en önemlisi balgamın incelenmesidir. Balgam incelenerek verem mikrobu olup olmadığı araştırılır. En uygunu ise sabah aç karnına çıkarılan balgamdır. Yeterli olmazsa bir gün boyunca çıkarlan balgam incelenir. Belirtiler var fakat balgam incelenmesinde bu bakteri görülemiyor ise akciğer grafisi çekilir. Yapılan bazı kan tahlilleri sonucu verem teşhisi konabilir. Sabah hasta kalkmadan alınan mide suyunun incelenmesi de verem teşhisinde kullanılan bir yöntemdir. Çok nadir durumlarda ise balgam alınır ve besiyerinde verem mikrobu olup olmadığını anlamak için üremeye bırakılır. Eğer bakterilerin üremesi görülüyor ise verem teşhisi konabilir.

VEREM TEDAVİSİ
Verem hastalığının tedavisinde kullanılan yöntem ilaç tedavisidir. Fakat hastanın da yapması gerekenler vardır. Beslenmeye dikkat etmeli, bağışıklık sistemini güçlü tutmalı (C vitamini bunun için çok önemlidir) ve iyi dinlenmesi gerekir. Verem tedavisi uzun sürelidir ve doktor gözetiminde olmak gerekir. Doktor isterse tedavi süresini uzatabilir. İlaçlar genelde birden fazladır. Çünkü bakteriler tek bir ilaca karşı direnç gösterebilirler. Unutmamak gerekir ki erken tani ve dolayısıyla tedaviye çabuk başlamak çok önemlidir. Böylece hastalığın başkalarına bulaşmasının önüne geçilir ve iyileşme süresi kısalır.

VEREMDEN KORUNMA YOLLARI NELERDİR?
Veremden korunmak için artık günümüzde aşı kullanımı yagındır. 2 aylıkken ve 7 yaşında verem aşısı uygulanır. Çevresinde veya ailesinde verem hastası olanlar kontrol altında olmalı, gerekli tetkikler yapılmalı hatta hastalığın bulaşmaması için bir müddet ilaç kullanabilirler. Düzenli yaşam, sigara, alkol, madde bağımlılığının bırakılması, temizliğe önem vermek, yeterli beslenme hastalığın kontrol altına alınması ya da başlamaması için önemlidir. Verem hastalığı geçirmiş birinin tekrar olmaması diye bir durum söz konusu değildir. Aynı önlemleri o da almalı ve hayatına dikkat etmelidir. Verem bütün toplumu tehdit eden bir hastalıktır. Bu konuda çevremizi bilgilendirmek, verem hastalarına destek olmak, tedavi olmasına teşvik etmek hepimizin görevidir.

Varikosel Hastaliği Nedenleri - Tedavisi

VARİKOSEL
Varikosel; erkeklerde, torbalardaki ( testislerdeki ) toplardamarların genişleyip varisleşmesi sonucu içerisinde kan birikmesiyle oluşan bir hastalıktır.
Genelde 20 yaşından sonra ortaya çıkar. Kısırlık problemi çeken erkeklerin yarısında varikosel vardır. Sonradan kısır olan erkeklerde ise bu oran çok daha fazladır. Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; varikosel kısırlığa yol açan ciddi bir hastalıktır.
Varikosel, yüzde 90 oranında sol testiste görülür. Sağ testiste ya da her iki testiste görülme olasılığı düşüktür. Fakat bir tarafta ortaya çıkan varikosel, daha sonra diğer tarafı da etkilemektedir.
Genelde sol tarafta görülmesinin sebepleri arasında; sol testisin daha yukarıda olması, bulunduğu pozisyon açısından kanı rahat boşaltamaması, solda basıncın daha fazla olması, sol toplardamarın daha uzun olması yer alır.

VARİKOSEL NASIL ORTAYA ÇIKAR?
Normalde testislerdeki (torbalardaki) toplardamarlarda, kanın geri akımını engelleyen kapakçıklar vardır. Bu kapaklar sayesinde kan geriye dönmeden tek bir yönde akar. Bu kapakçıklarda ortaya çıkan bir problem bu damarlardaki kanın geriye doğru basınç yapmasına yol açar ve kan birikmesi görülür. Bu birikme sonucu, damarlar genişler ve varis ortaya çıkar. Sol taraftaki toplardamarın, ana damara boşaldığı yer diktir. Bu yüzden kan, rahat boşalamaz. Sol testiste görülmesinin sebeplerinden biri de budur. Bu kan basıncı dolayısıyla testislerde ağrı görülür.

VARİKOSELİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Varikosel hastalarının bir kısmında hiç bir şikayet yoktur. Hastalık, ancak yapılacak muayene ve tetkikler sonucunda belirlenebilir. Bir kısım hastada ise belirgin şikayetler vardır.
Bu hastaların testislerinde, sürekli sancı şeklinde bir ağrı vardır. Bu bölgede ağırlık hissi görülür. Uzun süre ayakta durunca ağrı artar, uzanınca ise azalır.
Sıcak havalarda ya da ayakta dururken, testislerdeki damarlar belirgin bir hal alır. Torbaların çekildiği hissi uyanır. Varikosel ilerlediğinde, testisler küçülür ve yumuşar.

VARİKOSEL NE GİBİ SORUNLARA YOL AÇAR?
Varikosel, sperm üretiminin bozulmasına yol açarak kısırlığa sebep olmaktadır. Bu konuda bazı teoriler geliştirilmiştir; fakat kesin olarak varikoselin nasıl sperm üretimini bozduğu açıklanamamıştır.
İnsanda sperm hücreleri 35 derece sıcaklıkta gelişir. Vücut ısısının tek farklı olduğu yer testislerdir. Normalde vücut ısısı 36.5 derecedir. Varikosel sonucu bu ısı değişir. Sperm hücrelerinin üretimi bozulmaya ve hücre sayısı azalmaya başlar.
Bir diğer sorun ise,kan birikmesi sonucu (testis çevresinde) göllenme meydana gelmesidir. Bu kan birikmesi hücrelerin hareketini kısıtlar ve kandaki hormonlarla temas eden testisteki hücreler hasara uğrar.
Ayrıca bu hastalık, bazı kişilerde kısır olma korkusu nedeniyle, psikolojik sorunlara yol açar. Tedavisi olduğundan dolayı böyle bir korkuya gerek yoktur.

VARİKOSEL TANISI NASIL KONUR?
Öncelikle üroloji uzmanına muayene olmanız gerekmektedir. Sizin vereceğiniz bilgiler doğrultusunda (testislerde şişlik ve ağrı olması gibi şikayetler) ve yapılan ilk muayenede genişlemiş damarların hissedilmesi ile tanı konabilir. Bu şekilde teşhisin konmadığı daha hafif seyreden vakalarda ultrasonografi yöntemi tercih edilir. Daha sonra sperm tahlili ile hastanın sperm hücrelerinin yapısı ve sayısı incelenir. Herhangi bir bozukluk varsa tespit edilir. Bunun için, hastaya 3-4 gün cinsel ilişkide bulunmaması belirtilir.

VARİKOSEL TEDAVİSİ
Varikosel hastalığının tedavisi ameliyattır. Kısırlık problemi olanlara, yapılan tahlil sonucu sperm üretiminde bozukluk olanlara ve testisi küçülen kişilere uygulanır. Ne kadar erken teşhis edilirse tedavi o kadar etkili olur. Varisli damarlar bağlanır ve testisin üzerindeki birikmiş damarlar çıkarılır. Kolay bir ameliyattır. Lokal anesaaai uygulanır. Hastaya tamamen narkoz verilmesine gerek yoktur.
İlerlemiş varikosellerde, kasık bölgesinden girilerek ameliyat yapılır. Hastaya narkoz uygulanır. Ameliyattan sonra 3 ay içinde sperm üretimi düzelmeye başlar. 5.- 6. aylarda yapılan sperm tetkikleriyle hastalığın ne kadar düzeldiğine bakılır. Ameliyatın başarılı bir sonuç verme ihtimali yüzde 75'lerdedir. Yeni gelişen ameliyat teknikleriyle de ameliyat sonrası oluşacak etkiler en aza indirilmektedir. Hastaların yarısı ilk 1-2 yıl içinde çocuk sahibi olabilmektedir. Şunu yine de unutmamak gerekir; her hastada ameliyat olumlu sonuç verecek diye bir şey yoktur.
Varikoselden korunmak için dikkat edilmesi gereken bazı durumlar vardır. Testislerin hareketini kısıtlayan dar ve sert pantolonları tercih etmemekte fayda vardır. Kot pantolon testislerin ısısını bozabilir. Çünkü testislerin hem havalanmasını engeller; hem de yazın sıcak, kışın soğuk tutar.
Fazla ayakta durmak da varikosel için bir risktir. Testislerde kan akımının rahat olması gerekir. Ayakları yükseğe koyarak yatmak faydalıdır.

Uyuz Nedenleri - Tedavisi

UYUZ HASTALIĞI
Uyuz, bir tür parazitin neden olduğu, deri altına yerleşerek kaşıntıya neden olan bir deri hastalığıdır. Bu hastalığa neden olan böcek çok küçüktür ve ancak mikroskop yardımıyla görülebilir. İnsandan insana bulaşan bir hastalık olan uyuz halk arasında "gidişik" olarak da bilinir. Ellerde, koltuk altlarında, parmak aralarında, karın bölgesinde, parmak aralarında yara ve kaşıntıya neden olur. Kaşıntı sonucu iltihap oluşabilir. Halk arasında uyuz hastalığının pislikten dolayı meydana geldiği gibi yanlış bir düşünce vardır. Bu hastalığa neden olan parazit, temiz ortamda da üreyebilir.
Uyuz hastalığı, her yaşta ortaya çıkabilen bulaşıcı bir hastalıktır. Kış aylarında ve sonbaharda daha fazla görülür. Okullarda, askeriyede, toplumun bir arada yaşadığı yerlerde görülme ihtimali fazladır. Hastalık; 15 yıllık salgın dönemi, 15 yıllık sakin bir dönem izleyen evreler şeklindedir. İnsanların böceğe karşı direnç oluşturması bunun sebebini ortaya koymaktadır.

UYUZ PARAZİTİ
Tam adı Sarcobtes Scabei'dir. İnsanın derisine yerleşen böcek, tüneller şeklinde ilerleyip, delikler açar. Bu şekilde deri altında yumurtlayarak ürer. Vücuda girdikten 15 gün sonra bir çok yeri sarar ve deri yüzeyine çıkar. Deride kabarma ve yaralara ve kıl köklerinde iltihaba neden olur. Hayatı boyunca insan derisinde yaşar.

UYUZUN BULAŞMA YOLLARI
Uyuz, uyuz parazitinin bulaşmış olduğu kişiden, sağlıklı olan başka bir kişiye bulaşır. Yayılma ihitmali oldukça fazladır ve salgına yol açabilir. En çok birlikte yaşayan ailelerde, beraber uyuyan kişilerde bulaşma daha fazla görülür. Çocuklarda görülme ihtimali yüksektir. Yakın temasta bulunmak, dans etmek, el sıkışmak uyuzun diğer bulaşma yollarıdır. Hastanın yatak, kıyafet gibi eşyalarının başkaları tarafından kullanılması hastalığın bulaşmasına neden olabilen diğer yollardır.

UYUZUN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Uyuzlu hastalarda en çok görülen belirti, geceleri artarak görülen kaşınmadır. Bu kaşıntı elde, parmak aralarında, göbek bölgesinde sıktır. Kalçalar, genital bölge, bacaklar da kaşıntı ve yaraların görüldğü yerlerdir. Kişiyi uykusundan uyandırır. Göğüs ve sırt bölgesinde, ayrıca yüzde kaşıntı ya da yara görülmez. Buralar parazitin tutmadığı yerlerdir. Sadece bebeklerde tüm vücudu sarabilir. Uyuz, deride kıvrımlı ya da çizgi şeklinde tüneller meydana getirir. Bu tünellerin üstü deride siyah noktalarla kaplıdır. Çünkü kir, buraları doldurmuştur. Hastalığın önemli bir belirtisidir. Hastalığın ilerlediği dönemlerde deri pullu ve kabukludur. Erken dönemlerde ise kırmızı kabarcıklar, su kabarcıkları ve döküntü görülebilir. Ayrıca şunu bilmek gerekir ki, kaşıntı ve yaralar görülmeden önce de uyuz vardır ve bulaşıcıdır.

UYUZ TEDAVİSİ
Uyuz tedavisi kolay olan bir hastalıktır. Genelde krem şeklinde ilaçlar kullanılır. Kremler uygulanmadan önce banyo yapılarak vücut temizlenir. Daha sonra özellikle geceleri krem sürülür ve sabah tekrar banyo yapılır. Bu kremler kükürtlü olabilir. Krem sürerken dikkat edilmesi gereken bazı şeyler vardır. Kremi sürerken cildin kuru olmasına dikkat edilmeli, en az 8-10 saat vücutta kalmalıdır. Bütün vücuda krem sürülür ve ellerin yıkanamsı gereken durumlarda krem tekrar sürülmelidir. Bu şekilde 10 gün süren bir tedavi uygulanır ve kontrol edilir. Hastalık devam ediyorsa tedaviye devam edilir. Bu yöntemde kullanılan ilaçların yanma şeklinde yan etkisi olabilir. Tedaviden sonra ilk birkaç hafta kaşıntı devam edebilir.
Diğer tedavi şekillerinden biri de vücuda solüsyon sürülmesidir. Yine krem gibi bu solüsyonda 8-10 saat vücutta kalmalıdır. Haftada bir kere gereken dozda uygulanır. Fazlası zarar verebilir. Ayrıca bu solüsyonun uygulanmaması gereken kişiler de vardır. Hamilelere, bebeklere, küçüklere, sinirsel bir hastalığı olanlara, bebek emziren annelere uygulanmaz.
Bütün aile bireyleri tedavi edilmelidir. Hatta uyuz hastası olan bir kişiyle yakın teması olanlarda tedaviye dahil edilmelidir. Herkes tedavi edilmediği takdirde hastalığın kontrol altına alınması çok zordur. Ayrıca hastanın bütün eşyaları yıkanmalıdır.

UYUZDAN KORUNMAK İÇİN

* Uyuz hastalarının yatak, örtü, kıyafet gibi bütün eşyaları başkaları tarafından kullanılmamalıdır.
* Hastanın bütün eşyaları kaynar suda yıkanmalI ve sıcak ütü ile ütülenmelidir.
* En önemlisi uyuzlu kişilerle yakıntemastan kaçınmak gerekir. Elini bile sıkmak hastalığın bulaşmasına yola açabilir.
* Yakınında uyuz hastası olan kişilerin de tedavi olması gerekir.
* Evde yıkanması zor olan eşyaların ilaçlanması gerekir.
* Okul, yurt gibi bir arada bulunulan ortamlarda hasta buradan uzaklaştırılmalıdır.
* Bütün kıyafetler banyodan sonra değiştirilmelidir.

Ayrıca uyuzlu kişilerin şunlara dikkat etmesi gerekir:

* Tedavi için sadece doktorun tavsiye ettiği ilaçlar kullanılmalıdır.
* Vücutta uyuzun yol açtığı yara ya da kabarcıkların sabunla ya da deterjan gibi maddelerle ovuşturarak yıkanması hastalığın kötüleşmesine neden olur.
* Tedavi iki kere tekrar edildikten sonra hala geçmiyorsa tekrar tedaviye başlamadan önce doktorunuza başvurun.

Tifo Hastaliği Nedenleri - Tedavisi

TİFO
Salmonella türü bakterinin neden olduğu, sıklıkla kirli içme suları ve yiyeceklerle bulaşan yaygın ve mikrobik bir hastalıktır. Tifoya neden olan bakterilerin rezervuarı insandır. Bulaşma yolu genelde ağızdır. vücuda girdikten 1-2 hafta sonra hastalık ortaya çıkar. Diğer adı enterik ateş olan tifo; baş ve karın ağrısı, yüksek ateş, göğüs ve karında lekeler, nabzın azalması gibi bulgularla kendini belli eder. Beyin, akciğer, böbrek, kalp gibi bir çok organı ve kulaktaki sinirleri etkiler. Bazı hastalıklara ya da rahatsızlıklara yol açabilir.
Gelişmekte olan ülkelerde sık ve salgın şeklinde ortaya çıkan bir hastalık olan tifoya, dünyada her yıl 15-20 milyon kişi yakalanmaktadır. Bu yeni tifo vakalarından bir kısmı ölümle sonuçlanmaktadır. Gelişmiş olan ülkelerde hem besinler yeterince temizlenmekte ve iyi bir şekilde hazırlanmakta, hem de sağlık açısından alt yapı çok iyi olduğu için, tifo vakaları nadir görülür. Turistler ve göçler, hastalığın bu ülkelerde görülmesinin sebeblerinden biridir.

TİFO MİKROBU (SALMONELLA TYPHİ)
Salmonella çomak şeklinde bir mikroptur. Bu mikrobun yaşayabildiği tek canlı insandır. Bu mikrop, hastaların kanlarında, idrarlarında ve dışkılarında, tükürüklerinde bulunur. Bu mikrobu taşıyan kişiler etrafa bunu yayarlar. Bulaşıcıdır ve tifolu kişilerden başkalarına geçebilir. Kirli su ve besinlerin alınması sonucu bulaşır.

TİFONUN BELİRTİLERİ VE SEYRİ
Öncelikle hastalığın genel belirtilerini özetleyelim ve daha sonra bu belirtilerin, hastalığın hangi dönemlerinde ve nasıl ortaya çıktığına bakalım.
Belirtileri:

* yorgunluk, baş ağrısı, ishal ya da kabızlık,
* ateşin yükselmesi,
* nabzın azalması, tansiyonun düşmesi,
* hastalık başladıktan birkaç gün sonra karın ve gögüste ortaya çıkan kırmızı lekeler,
* burun ve barsak kanamaları,
* iştahsızlık ve kilo kaybı,
* karın ağrısı,
* ayrıca bazı olgularda dalak büyümesi,

Tifo genelde 4 hafta sürer. İlk başlarda iştahsızlık, yorgunluk ve baş ağrısı şeklinde seyreder ve ateş hafif yüksektir. 1. haftanın sonuna doğru ateş 40 dereceye kadar çıkar. Karın ağrısı oluşur. Baş ağrısı artar ve sürekli hale gelir. Hasta kendini çok yorgun hisseder. Hastanın vücudu kurudur ve terlemez. Bazı vakalarda burun kanaması da olabilir.
Bu haftadan sonra hastalık en şiddetli halini alır. Ateş çok fazla yükselmiştir. Belirtiler süreklidir ve kişi çok yorgundur. Karın ve sırt bölgesinde görülen kırmızı lekeler, bu dönemde ortaya çıkar. Hasta, hayattan biraz soyutlanmıştır. Zekasını kullanamaz ve yüzü donuk bir hal alır. Hiç bir şey yemek istemez. Hastanın dışkısında kan görülebilir. Son hafta hastalığın belirtileri kaybolmaya başlar ve hastanın ateşi normale döner.

TİFO NASIL ORTAYA ÇIKAR?
Yiyeceklerin yeteri kadar temizlenmemesi ya da kirli suların içilmesi sonucu bu bakteri vücuda alınır. Ağız yoluyla alınan mikrop, mideye geldiğinde burada yaşayamaz. Midenin asitli olması bu mikrobun yaşamasını engeller ve mikrop burada ölür. Midede oluşan bazı rahatsızlıklardan sonra (mide asidinin azalması gibi) mikroplar, bu durumdan korunurlar. Ayrıca bol sıvı ya da besinlerle alındığında yine yaşamlarını sürdürebilirler. Bu bakteri yeterli düzeye ulaştığında, tifoya neden olur. Ayrıca hastalıklı ya da taşıyıcı kişilerin dışkılarıyla temas sonucu bulaşma gerçekleşir. Taşıyıcı bir kişinin hazırladığı besinlere mikrobu bulaştırması ve bu besinlerin tüketilmesiyle hastalık bulaşabilir.
Tifoya kirli el hastalığı denmektedir. Bu yüzden ellerin yıkanması hastalığın bulaşmasını önlemek için çok önemlidir. Hastanın dışkılarının, yatak eşyalarının temizlenmesiyle de bulaşmanın önüne geçilebilir.

TİFO TANISI NASIL KONUR?
Hastanın şikayetleri ve yapılan bazı tetkikler sonucu tifo tanısı konur. Kolay ve ucuz bir yoldur. Kan, idrar, dışkı kültürü yapılır ve bu mikrobun olup olmadığı araştırılır. Eğer yapılan kültür sonucu bakteri üreyebiliyorsa, kişi tifo hastası demektir. Fakat doktora başvurmadan önce antibiyotik kullanmamak gerekir. Yoksa bu bakterilerin üremesi gözlenemez.

TİFO TEDAVİSİ
Tifo, başka tehlikeli rahatsızlıklara yol açtığından, ölümcül olabilir. Mide kanaması, damar iltihabı, dolaşım yetmezliği gibi sorunlara neden olabilir. Tifo, tedavi edildiği takdirde bu sorunların oluşma riski ve ölüm oranı çok azalır.
Tifo hastalarına ilaç tedavisi uygulanır. Bakterileri yok etmek için antibiyotik tedavisi uygulanır. En çok tercih edilen kloromfenikoldür. Böylece yaklaşık 3 gün içinde ateş kontrol altına alınır. Ampisilin, amoksisilin antibiyotikler de kullanılır. Hamileler ve çocuklar için farklı tür antibiyotik tercih edilir. Bunların hepsi, doktorunuzun sizin durumunuzu göz önüne alarak önereceği ilaçlardır.
Ayrıca beslenmeye dikaktr edilmelidir. Alınan besinler protein ve karbonhidrat ağırlıklı olmalıdır. Bunun yanında bol bol su içmek gerekir. Hastalığın yaygın olduğu bir bölgeye seyahat eden kişilerin bu bölgedeki kontrol edilmemiş çiğ ve soğuk besinleri, suları yememeleri gerekir.
Tifodan korunmak için:

* içme sularınızın temiz olmasına özen gösteriniz.
* yiyeceklerin, meyve ve sebzenin iyice yıkamanız gerekir.
* bu bakteriye karşı aşı geliştirilmiştir. Yüzde yüz koruma sağlamasa da yapılması gereklidir.

Sivilce (akne Vulgaris) Nedenleri - Tedavisi

SİVİLCE (AKNE VULGARİS)
Çok sık karşılaştığımız cilt hastalıklarından birisi olan sivilce (akne vulgaris), genelde ergenilk çağında başlar ve tedavi edilmediği takdirde kalıcı izler bırakabilir. Derinin yağ oranı bakımından yüksek olan yerlerinde çıkar ve deride kırmızı sivilce, kist, siyah nokta şeklinde kendini gösterir.
Çoğunlukla ergenlik çağında, 12-18 yaş arasında ortaya çıksa da, hem kadında hem erkekte, her yaşta görülebilien bir hastalıktır. Toplumda görülme sıklığı yüzde 80' in üzerindedir.
Ergenlikte cilt altındaki yağ miktarı artar ve yağ bezleri bozulur. Sonuçta ciltte iltihaplı, kızarmış şişlikler oluşmaktadır. Yüz, göğüs, sırt, boyun, omuz bölgesinde görülür. Özellikle yüz bölgesindeki sivilceler, tedavi edilmediği takdirde iz şeklinde kalır ya da hayat boyunca devam edebilir. Bu da fiziksel görüntünün bozulmasına yol açar ve kişinin psikolojisini etkiler.
Sivilcenin çok farklı tipleri vardır. Bazen siyah ya da beyaz noktalar şeklinde görünür. Bu genelde hafif şiddetlidir. Bazen de ağrıya neden olan büyük ve sert kistler şeklindedir. İltihaplı sivilceler de vardır. Bunlara püstül denir.

SİVİLCE NASIL OLUŞUR?
Yağ bezlerinin çok büyük bir kısmı kıl köklerinin içindedir. Bu bezlerin, cilde açılan kanalları vardır. Bu kanallar tıkanırsa sivilceler meydana gelir. Yağ bezlerinden sebum denilen bir madde salgılanır. Yağ yapısında bir madde olan sebum cildi korur. Sebum kıl kökünden dışarıya çıkamadığı zaman birikir ve sivilce oluşumuna neden olur. Burada biriken bu madde ölü hücrelerin atılmasını engeller ve tıkanıklığa yol açar. Böylece bakterilerin üremesi için uygun ortam oluşur. Bu bakterilerin çoğalmasıyla kızarıklık, şişlik ve ağrı oluşur. İltihap meydana gelir. Bu durumun uzun sürmesi sonucu sivilce patlar ve içeriği dışarı akar.

SİVİLCE OLUŞUMUNU ARTTIRAN FAKTÖRLER NELERDİR?
Akne oluşumunda sadece tek bir faktör etkili değildir. Bir kaç faktörün bir araya gelmesiyle akne oluşur. Derimizde bizimle birlikte yaşayan p.acnes adlı bakteri çoğalmaya başlarsa, akne de artmaya başlar. Anne ve babada sivilce olması, çocukta da görülme ihtimalini arttırır. Ayrıca hormonların da sivilice oluşumu üzerinde etkisi vardır. Bunların başında böbrek üstü bezlerinden salgılanan androjen grubu hormonlar gelir. Androjen hormonları ya artmıştır ya da deri, bu hormonlara karşı hassas hale gelmiştir.
Güneş ışığı, sivilcenin iyileşmesini kolaylaştırır. Ancak uzun süre güneşte kalmak ciltte oluşabilecek lekeri arttırır. Ayrıca terlemek, sivilcelerin artmasına neden olur.
Sivilceleri kapatmak için, çeşitli kozmetik ürünlerini kullanmak, hastalığın daha da kötüleşmesine yol açar ve sivilce artar. Çünkü deri gözenekleri makyajla tıkanır ve cilt bozulur.
Stres ve endişe de akneyi arttırır. Stresli bir dönem genelde öğrenciler için sınav dönemleridir. Bu dönemde sivilceler artar. Ayrıca bu dönemde sivilce ile oynama eğilimi artar. Adet döneminde, hormon miktarı değiştiğinden, akneler çoğalabilir. Ayrıca var olan bir sivilceyi sıkmak, durumu daha da kötüleştirir. Hem cilde zarar verilir hem de sivilcelerin artmasına neden olunur. Sıkıldıktan sonra deride iz kalabilir. Ayrıca iyileşme gecikir.

SİVİLCE İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
Öncelikle cilt temizliğine önem verilmelidir. Cilt, sabah ve akşam olmak üzere, günde iki defa, cildi fazla tahriş etmeden düzenli olarak yıkanmalıdır. Böylece gözenekleri tıkayan kirden kurtulmak amaçlanır. Temizleyicilerin, cildin doğal ph'ına yakın olmasına dikkat edilmelidir. Ayrıca haftada 2-3 kez yapılan kil maskesi, cildin yağlardan kurtulmasını sağlar. Buhar banyosu haftada bir kez uygulanarak, gözeneklerin genişlemesi sağlanır. Böylece siyah noktarlardan kurtulmak kolaylaşır. Bunu uygulamak için kafanıza bir havlu örtüp, yüzünüzü kaynar suyun buharına 10 dakika tutarak yapabilirsiniz.
Toplumda yaygın olanın aksine, beslenmenin sivilce oluşumunda doğrudan bir etkisi olduğu kanıtlanamamıştır. Fakat meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek faydalıdır. Çünkü bunların cilt dostu olduğu bilinmektedir. Ayrıca düzenli uyku, hormonların aktivitesini düzelttiğinden her gece en az 7 saat uyumak çok önemlidir. Ciltte oluşan sivilcelerin (siyah noktalar hariç) sıkılması hem yaraya neden olup, iz bırakır, hem de sivilcelerin iltihaplanarak yayılmasına yol açar. Bazı bitki çayları cilt için çok faydalıdır. Ihlamur ve rezene çayları bunların başında gelir. Bir çok mikrobu temizlemeye yardımcıdır.

SİVİLCE TEDAVİSİ
Akne (sivilce), tedavisi uzun sürelidir ve iyilşemesi geçtir. Tedaviye geç yanıt veren bir cilt hastalığıdır. Kısacası düzenli ve sabırlı bir tedavi uygulanır. Bunun için bir cildiye uzmanına başvurmanız gerekir.
Akne tedavisinde çok sayıda kullanılan ilaç vardır. Cildiniz ve sivilceniz için en uygun olanı, doktorunuz tarafından belirlenecektir. Yoğun sivilceli bir hastaya antibiyotik tedavisi uygulanır. 2-3 ay süren bir tedavi gerekir. Hastanın yaşı, cinsiyeti, sivilcenin türü ve şiddeti, ilaç tedavisinde göz önünde tutulacak faktörlerdir.
Bunun dışında cildin yumuşak bir sabunla yıkanması, hem yağlanmayı azaltır hem de tedaviye yardımcı olur. Fakat cildi çok fazla kurutan sabunlardan, temizleyicilerden uzak durmak gerekir. Çok fazla yıkamak cilde zarar verir. Bunun dışında, cildinizi tahriş edecek giysilerden kaçınmanız gerekir. Sivilcenin iyileşmesini yavaşlatan bir durumdur.
Sivilcelerle oynamak, sıkmak ya da kaşımak iz kalma ihtimalini arttırır. Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir cilt hastalığıdır.

Siroz Nedenleri - Tedavisi

SİROZ
Karaciğer vücudun kimya fabrikası gibi çalışan bir organdır. Kan şekerinin düzenlenmesinden, yağ, şeker ve proteinlerin birbirine dönüşmesine kadar bir çok görevi vardır. Hücreleri düzenli bir şekilde dizilmiştir. Başta alkol kullanımı olmak üzere hepatit türü hastalıklar sonucunda karaciğerin yapısı düzensizleşir ve hücreler hasara uğrar. Hücrelerin yok olmasıyla karaciğer küçülür ve görevini yerine getiremeyecek hale gelir. Şüphesiz vücudun kimya fabrikası dediğimiz organın bozulması hayati tehlikeye yol açan bir sorundur. Bu sebeplerden dolayı iyileşmesi imkansız olan siroz hastalığı ortaya çıkar. Sirozlu bir karaciğer küçülmüştür ve pürtüklü bir yapıya sahiptir. Yok olan karaciğer hücrelerinin yerine yeni hücre üretimi gerçekleşir fakat bu dağınık ve aşırı miktardadır. Bu yüzden bağ dokusu bütün karaciğere dağınık bir şekilde yerleşmiştir.

SİROZ HASTALIĞININ SEBEPLERİ
Siroz, batı ülkelerinde ölüm nedenleri arasında ilk 10'da yer alır. Nedeni büyük ölçüde alkol kullanımıdır. Alkol nedeniyle oluşan sirozun tedavisi yoktur. Mutlaka alkolü bırakmak gerekir. Günde 60 gr. dan fazla uzun süre alkol alan bir erkek karaciğer sirozuna yakalanır. Kadında ise bu miktarın 20 gr olması yeterlidir. Bir diğer nedeni hepatit virüslerinin yol açtığı hepatit B, C ve D hastalıklarıdır. Bu mikroorganizmalar karaciğerde iltihaplanmaya yol açar. Özellikle hepatit B kronikleşen bir hastalıktır ve karaciğerde bu iltihaplanma kalıcıdır. Özellikle geri kalmış ülkelerde bu yüzden siroza yakalanma bir hayli fazladır. Karaciğerde demirin aşırı birikmesi, safra kesesi hastalıkları, kronikleşmiş kalp yetmezliği sirozun diğer nedenlerindendir.
Vücudumuzun savunma sistemi karaciğerdeki bozukluk olduğunda kendi hücresini yabancı bir hücre olarak algılar ve bu hücreyi yok eder. Uzun süre ağrı kesici gibi ilaçların kontrolsüz kullanımı, kimyasal ilaçlara temas etme siroz oluşumunda etkendir.

SİROZ HASTALIĞININ BELİRTİLERİ
Hastalığı başlangıç ve ileri evre olmak üzere ikiye ayırırsak;

* Hastalık ilk ortaya çıktığında yorgunluk, çabuk yorulma, iştahsızlık, sarılık, kaşıntı, bulantı, aşırı gaz birikimi, özellikle bacaklarda ve karında şişlik, kabızlık, erkeklerin gögsünün büyümesi görülür. Bunlar sadece sirozda ortaya çıkan beliritler değildir. Başka hastalıklarda da bu belirtiler görülebilir.
* Hastalığın daha ileri evresinde beliritler şiddetli ve tanı koydurucudur. Gözle görülür bir kilo kaybı vardır. Hasta yemek yemek istemez. Bacaklar zayıflar. Dokularda su tutulamaz. Yemek borusundaki damarlar patlayarak iç kanama olabilir. Karaciğer zehirli maddeleri süzer fakat siroz sonucu bu görevi yapamaz ve bu zehirli maddeler hücreleri tahrip eder. Beyin hücrelerinin hasarı sonucu kişi aptallaşır, motive olmada güçlük çeker. Cinsel istek azalmıştır hatta ilerledikçe iktidarsızlık gelişir. Aç karnına kusmaya başlar, geceleri idrar yapması fazlalaşır. Hastanın görünümü değişmiştir. Yanakları kızarmıştır. Hormonal dengesizlik sonucu vücut kılları dökülür , damarlar genişler ve boyunda, sırtta görülür bir hal alır.

SİROZ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Yapılan ilk muayenede doktor hastanın geçmişiyle ilgili bilgi alır. Alkol kullanıp kullanmadığı, hepatit hastalığı geçirmiş mi diye öğrenir. Bu hastalığın bulaşmış olabileceği ihtimalini gözönüne alır ve ailede eşinin ya da birlikte olduğu kişide hepatit olup olmadığını öğrenmek ister.
Daha sonra elle yapılan muayeneyle karaciğerin nasıl olduğuna bakılır. Siroz hastalarının karaciğeri serttir. Kenarları ise çok belirgindir. Sirozluların çoğunun dalağı büyüktür. Doktor hastanın görünümünü de inceler. Hasta sararmış, yanaklar ve eller kırmızılaşmıştır. Bacakalar zayıf ve karın da su topladığından elle muayene ile karında su birikip birikmediğini anlayabilir.
Kesin tanı koymak için ise kan tahlilleri ve gerekirse karaciğerden parça alımı yapılır. Kanda albumin düzeyi düşük, bilirubin seviyesi yüksek ise karaciğerde sorun olduğu anlaşılır. Karaciğer hücrelerinin kanda ne durumda olduğu incelenir. Bunun dışında ultrason görüntüleme ile karaciğer görüntülenir. Karaciğerin yüzeyi ve yapısının bozukluğu hakkında bilgi alınır. Siroz teşhisi konmasında güvenilir ve etkin bir yöntemdir.

SİROZ TEDAVİSİ
Alkole bağlı sirozun tedavisi yoktur. Yine de hastalığın erken tanısı sonucu alınan bazı önlemlerle hastalığın şiddeti azaltılabilir ve bazı belirtiler hafifletilerek hastayı rahatlatmak amaçlanır. Hepatit sonucu siroz olanlarda ise interferon tedavisiyle virüslerin çoğalması engellenir.
Bunlar dışında şunların mutlaka yapılması gerekir ki hastalık kısmen de olsa kontrol altına alınabilsin:

* İlk başta kesinlikle alkolü bırakmak gerekir,
* Vücuttaki eksikliklerin giderilmesi için vitamin alımı gerekebilir,
* Sirozlu hastaların tansiyonu yüksek olur. Bunu kontrol etmek için tansiyon ilaçları önerilir,
* İdrar söktürücü ilaçlarla karında biriken su miktarı azaltılmaya çalışılır,
* Doktorun önermediği takdirde ilaç alınmamalı,
* Aşırı yağlı yemekler yenmemeli. Bunların dışında en son yapılacak tedavi organ naklidir. Hastalığın iyileşmesi mümkün olabilir fakat bu nakil sonucu karaciğerin vücuda uyumu gerekir. Kullanılan bazı ilaçlar da bu yönde etkili olmaktadır.

SİROZA KARŞI ALINACAK ÖNLEMLER
1. Alkolü bırakmak,
2. Hepatit hastalığına yakalanmamak için aşı yaptırmak,
3. Bazı karaciğer hastalıkları siroza yol açar. Bu yüzden mutlaka tedavisi yapılmalıdır,
4. Beslenmeye dikkat edilmeli, yağlı ve hayvansal kaynaklı besinlerden uzak durmak gerekir,
5. Erken teşhis önemli olduğundan kontrol amaçlı muayene yaptırılabilir.

Sinüzit Nedenleri - Tedavisi

SİNÜZİT
Burun, alın, şakak ve göz çevresindeki içi hava dolu boşluklara, sinüs denir. Sinüslerin büyüklüğü değişiktir ve sayıları yaklaşık 15-20 civarındadır. Bu sinüsler, kanallarla buruna açılırlar. Bu kanalların içinden burun mukozası geçer. Bu mukozanın ürettiği salgı burun içine gelir ve solunum yollarının ısıtılmasını ve nemli kalmasını sağlar. Bu mukoza iltihaplanırsa, sinüzit oluşur. Kronik ve akut olmak üzere iki tip sinüzit vardır.

SİNÜZİT KİMLERDE VE NASIL ORTAYA ÇIKAR?
Bazı insanlar, sinüzit hastalığı için daha fazla risk altındadır. Bu hastalığa karşı daha duyarlı bir bünyeleri vardır. Örneğin nefes almasını zorlaştıracak bir sorunu olanlar, burnun içindeki yapının eğri olması ya da burun kemiğinin kırık olması mukus akışını engeller ve sinüzite karşı hastayı daha hassas hale getirir. Nezle gibi soğuk algınlığına yakalananlarda ve alerjisi olanlarda da aynı şekilde sorun ortaya çıkar. Ayrıca mukoza şişer ve sinüs kanalları kapanır. Eğer nezle, bir kişide bir haftadan daha fazla sürüyorsa büyük ihtimalle bu sinüzittir.
Bunların dışında, sigara ve alkol kullananlarda ve bazı enfeksiyonlara çok yakalananlarda vücut direnci düşeceğinden hastalığa yakalanma riski artar.

SİNÜZİT BELİRTİLERİ
Sinüzitte yüzde, gözde ve başta ağrı vardır. Baş ağrısı zonklayıcı şekildedir. Öksürürken, ağır bir şey kaldırırken ya da eğilirken bu ağrılar artar. Bunun sebebi, bu hareketler esnasında sinüs içindeki basıncın artmasıdır. Ağrıyan yere baskı yapıldığında, duyarlılığın arttığı görülür. Bu ağrılar, özellikle akut sinüzitte şiddetlidir.
Sinüzitli kişilerde görülen bir diğer belirti, burun akıntısıdır. Bu genelde tek taraflıdır ve akıntı sarı-yeşilimsi bir renktedir. Uzun süren ya da zaman zaman ortaya çıkan burun akıntısı, iltihaplıdır ve solunum yollarında yayılırsa öksürük ve bronşite neden olabilir. Bazı hastalarda ses kısıklığı yapar. Boğaz ağrısı, yeterince koku alamama ve hatta diş ağrısı hastanın şikayetleri arasındadır.
Bunların dışında hasta, çok yorgundur. Hiç bir şey yapmak istemez. Ateşi biraz yükselmiştir. Çocuklarda da aynı belirtiler görülür fakat hastalık biraz daha hafif seyreder. Bulantı ve kusma da çocuklarda ortaya çıkabilir.
Ayrıca sinüzitin meydana getirdiği bazı yan etkiler vardır. Hastanın genel sağlık durumu bozulabilir. Çift görme, göz ve alın bölgesinde ağrı yapan şişlikler oluşabilir. Mutlaka tedavi edilmelidir.

SİNÜZİT TANISI NASIL KONUR?
Bunun için öncelikle, bir Kulak Burun Boğaz uzmanına başvurmanız gereklidir. Öncelikle sizin şikayetleriniz dinlenecektir. Yapılan muayene ve doktorunuzun size sorduğu sorular hastalığın tanısını koymaya yardımcı olacaktır. Başınızın ne zaman ve ne kadar sıklıkla ağrıdığını, burun akıntınızın rengini öğrenmek isteyecektir. Burun tıkanıklığı ya da görme bozukluğu gibi bulguların varlığını öğrenmek için burnunuzu, ağzınızı, boğazınızı ve kulağınızı muayene edecektir. Gerekirse sizden sinüslerinizi incelemek için röntgen filmi çekimi isteyebilir. Bunlar akut sinüzitin tanısında kullanılır. Kronik sinüzitte ise sinüsler için bilgisayarlı tomografi gerekebilir. Ayrıca endoskopi yardımıyla burnunuzu incelemesi gerekir.

SİNÜZİT TEDAVİSİ
Tedavinin amacı; sinüslerin iltihaplardan temizlenmesi ve iltihaba neden olan bakterilerin yok edilmesidir. Akut sinüzit için genellikle antibiyotik tedavisi uygulanır. Yaklaşık 10 gün süren bir ilaç kullanımı gereklidir. Doktorunuz, gerekli görürse bu süreyi uzatabilir. Ayrıca burun açıcı bazı ilaçlar ve burun damlaları kullanılır. Akut sinüzitte, ilaç tedavisinden genelde olumlu sonuçlar alınır.
Kronik sinüzitte ise, öncelikle sinüzitin tam olarak nedeni bulunmalıdır. Genelde burun içindeki eğrilikleri ya da kırıkları düzeltmek için cerrahi müdahale gerekir. Kronik sinüzitte çözüm ameliyattır. Riskli bir ameliyat değildir ve yan etkisi çok azdır.
Bu tedavilerin dışında, hastanın evde yapabileceği bazı şeyler vardır. Burnu, tuzlu su ya da buharla temizlemek, burun damlalarıyla burnun açık kalmasını sağlamak hastayı rahatlatacaktır ve tedaviye yardımcı olacaktır. Ayrıca bol su içmek, mukus yapımını arttırır ve akışkan hale gelmesini sağlar.
Sinüzit ameliyatları, genel anesaaai altında, burun içerisinden girilerek sinüs kanallarını açmak için yapılır. Bu ameliyatta kullanılan yöntem endoskopidir. Ameliyat olacak hastaların bir çoğunda burna tampon koyma korkusu vardır. Bu ameliyatların hepsinde, burna tampon konmaz. Hastaların bir kısmının burnuna tampon konmadan da ameliyat başarılı bir şekilde sonuçlandırılabilir. Ameliyat sonrasında doktorunuz önerdiği şekilde bir müddet ilaç kullanmak gerekebilir. Bu şekilde sinüzitin tekrarlama olasılığı azaltılır. Basit sinüzit ameliyatlarından sonra hastalığın tekrarlama ihtimali çok düşüktür. Alerjiya bağlı sinüzitte hastalığın nüksetmesi mümkündür. Ameliyat sırasında doktorun deneyimi, becerisi ve tecrübesi hastanın ameliyat sonrasındaki durumunu etkilemektedir.

SİNÜZİTTEN KORUNMA YOLLARI NELERDİR?
Sinüzitin en büyük sebeplerinden birisi soğuk algınlığıdır. Basit bir nezle bile sinüzite yol açabilir. Saçları ıslatıp soğuk havaya çıkmak, özellikle havanın rüzgarlı olmasıyla üst solunum yollarında enfeksiyon sonucu sinüzit gelişimine yol açar. Bu konuya özellikle gençlerimizin dikkat etmesi gerekir. Havanın kirli, dumanlı olması, klimalı ortamlarda uzun süre kalmak, özellikle sıcak havalarda terledikten sonra serinlemek için vantilatörün önüne geçmek sinüzite davetiye çıkarmaktır. Çok kuru ortamda bulunmamaya özen gösterilmelidir. Gerekirse evin nemi olması gereken miktara ayarlanmalıdır. Kaloriferli evlerde bu rahatlıkla yapılabilir.
Ayrıca uzun süren burun tıkanıklığı ve iltihabı, dişlerde meydana gelen bir iltihap sinüzitin oluşmasına yol açar. Sigara kullanmak, bir çok hastalıkta olduğu gibi sinüzitte de etken rol oynamaktadır. Bunun dışında solunum yolu alerjisi olan kişilerin, alerjen maddelerden uzak durması gerekir ve bu konuda doktora başvurmasında fayda vardır.

Sifiliz (frengi) Hastaliği Nedenleri - Tedavisi

SİFİLİZ HASTALIĞI (FRENGİ)
Sifiliz ya da frengi; bir bakteri çeşidinin neden olduğu, cinsel yolla bulaşan, kronik bir enfeksiyondur. Her yüz bin kişiden ortalama 2.5 kişide görülen, Afrika kökenli Amerikalılarda, beyazlardan 30 kat daha fazla ortaya çıkan bir hastalıktır. Çok eski zamanlardan beri bilinir ve vücudun bir çok bölgesinde etkili olabilir.
Son yıllarda frengi hastalığına yakalananlarda artış olmaktadır. Bunun sebebi cinsel ilişkide bugün gelinen noktadır. İlişkide serbestliğin ve homoaaaaüelliğin artması hastalığın yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Her yıl yaklaşık 15 milyon kişi bu hastalığa yakalanmaktadır.

FRENGİ NASIL BULAŞIR?
Hastalığın ana bulaşma yolu cinsel ilişkidir. Hasta insandan sağlıklıya geçer. Genital bölgeyle temas sonucu vücuttaki bir yaradan mikrop bulaşır. Anal ve oral aaaa bu hastalığın bulaşmasında önemli faktörlerdir. Ayrıca öpüşmekle de bu hastalığın bulaştığı görülmüştür.
Yine anneden bebeğe bulaşma ihtimali oldukça yüksektir. Frengi hastası olan hamile bir kadından doğmamış bebeğe geçen mikrop, bebeğin ölü doğmasına neden olabilir. Ayrıca ölü doğmayan bebekler de erken doğum sonucu hayatlarını kaybedebilirler. Çok nadir olsa da hastalığın başka bulaşma yolları da vardır. Frengili bir kişinin kanının başka bir kişinin yarasıyla teması sonucu hastalık bulaşabilir. Fakat bu düşük bir ihtimaldir.

FRENGİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Frenginin (sifiliz) belirtileri, mikrop vücuda girdikten sonra, evreler şeklinde ortaya çıkar.
1. evrede; bakteri kan yoluyla vücuda yayılır. Yaklaşık 20-25 gün sonra mikrop nerde vücuda girdiyse orada ıslak, kırmızı, etrafı belirgin fakat ağrı yapmayan çıban şeklinde yaralar oluşur. Vajinada, genital bölgede, ağız ve dudakta oluşabilen bu yarallar 2-3 hafta sonra geçerler.
2. evrede; hastalık tedavi edilmediği takdirde, mikrop bütün vücuda yayılır. Yaklaşık 3-5 ay sonra hastada yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, el ve ayakta, vücudun bazı bölgelerinde döküntü ortaya çıkar. Kilo kaybı ve iştahsızlık vardır. Kaşların ve saçların dökülmesi belirginleşir. Hastalığın bu dönemi uzun (1 yıldan fazla) sürer.
Latent evre dediğimiz dönemde; hastalığın belirtileri olmasa da, yapılan testler sonucu hastalığın pozitif olduğu görülür ve bulaşıcıdır. Bir çok organı etkileyen bu mikrop hala vücutta olduğundan bu dönem 5-10 yıl kadar sürebilir.
Geç sifiliz dediğimiz son evrede ise frengi sonucu oluşan rahatsızlıklar ortaya çıkar. Hastalık bulaşıcı değildir. Ama hastada ölümle dahi sonuçlanabilecek çok ciddi hastalıklara yol açar.

FRENGİ TANISI NASIL KONUR?
Frengi tanısını koymak için bazı kan testleri yapılır ve klinik belirtiler göz önüne alınır. Yukarıda bahsettiğimiz çıban şeklindeki yaradan alınan parçanın mikroskobik incelenmesi sonucu bakterinin varlığı ile tanı konur. Ayrıca kanda antikor araştıran RDR, VDRL, TPHA, PCR gibi testlerle tanı koymak kolaylaşır.

FRENGİ TEDAVİSİ
Sifiliz tedavisinde, bir çok hastalıkta olduğu gibi erken tanı koymak çok önemlidir. Eğer frengi (sifiliz) ilerlemişse, mikrobun etkilediği organlardaki hasarı geri döndürmek imkansızdır. Öncelikle cinsel yolla bulaşan bir hastalıktan şüpheleniyorsanız uzman bir hekime başvurmalısınız. Doktorunuzun size vereceği penisilin, doksisiklin, tetrasiklin türü antibiyotiklerle frengi tedavi edilebilir. Bu ilaçların dozu, uygulama şekli, kullanma süresi doktor tarafından belirlenir. Cinsel organında frengi şankırı olan kişilerin kendi başlarına ilaç kullanmaması gerekir. Tedavi sırasında hastalığı kontrol altında tutmak için testlere devam edilir. Bakterinin miktarı, azalıp azalmadığı bu şekilde gözlenir. Tedavi başladıktan 2 gün sonra bulaşıcılık kaybolur. Hastalığın etkilediği organlara göre tedavi süresi 2 yıla kadar uzayabilir. Tedavisi biten kişilerin 10 gün daha ilişkide bulunmaması gerekir. Tedavi edilen kişinin eşinin de muayene ve gerekirse tedavi edilmesi gerekmektedir.

FRENGİDEN KORUNMAK İÇİN
Prezervatif kullanımı ve tek eşlilik bütün cinsel yola bulaşan hastalıkların önlenmesinde alınacak en önemli tedbirdir. Bu şekilde hastalığa yakalanma riskinizi bir hayli azaltmış olursunuz. İki eşin de tedbir amaçlı incelenmesi hastalığın oluşması ihtimalini ortadan kaldırır. Çok eşli bir cinsel yaşam sürmek, hastalığın bulaşma riskini oldukça arttırır. Tek eşli bir cinsel hayat sürmeniz sağlığınız için gereklidir. Alkol ve madde kullanımı mantıklı düşünmenizi engeller. Cinsel ilişki sırasında olumsuz hareketler yapmanıza neden olur. Bunlardan uzak durulmalıdır. Kan nakli gerekiyorsa, bu kanda gerekli testlerin yapılıp yapılmadığına bakılmalıdır. Ayrıca hamile kişilerin düzenli sağlık kontrollerinden geçmesi gerekmektedir.
Cinsel hastalıklardan korunmayı sağladığı düşünülen bazı yanlış bilgiler vardır. Örneğin prezervatif kullanmanın yüzde yüz koruma sağladığı yanlıştır. Hastalık başka yerden de bulaşabilir. İlişki sonrası yıkanmak ya da tuvalete gitmek de hastalıktan korumaz. Biaaaaüel ilişkiden kaçınmak gerekir. Ayrıca anal ve oral aaaa de hastalığın bulaşma riskini çok fazla arttırır.

Sedef Hastaliği (psoriasis) Nedenleri - Tedavisi

SEDEF HASTALIĞI (PSORİASİS)
Psoriasis de denen sedef, hastalığın bulunduğu yerde kızarıklık şeklinde kendini gösteren, zaman zaman ortaya çıkan, müzmin bir deri hastalığıdır. Derinin üst tabakasının kalınlaşıp, büyümesiyle sedef renginde kabuklanmalar görülür. Deri birkaç günde bir kendini yenilemeye başlar. Derinin üstünde ölü hücre tabakası artmıştır.
Vücudun bir çok bölgesinde belirtisi görülse de, sıklıkla dirsekler, dizler, saçlı deri, bel bölgesi ve tırnaklarda ortaya çıkar. Bazı hastalarda hafif, bazılarında şiddetli seyreder. Vücudun bir çok yerinde sedef şeklindeki kızarıklık ve kabuklanma görülebilir. Tedavi edilebilir bir sorundur.
Toplumun ortalama yüzde 2'sinde görülür. Bu durum hastalığın ne kadar sık görüldüğünü ortaya koyar. Genç yaşta ortaya çıkma ihtimali daha fazladır. Ailede bu hastalığın olması, sedef hastası olma eğilimini arttırır. Ayrıca sedef, mikropların neden olmadığı bir hastalık olduğundan, bulaşıcı değildir.

SEDEF HASTALIĞININ SEBEPLERİ VE TETİKLEYİCİLERİ
Hastalığın, kesin olarak sebebi bilinmemekle beraber, beyaz kan hücrelerindeki bir anormallik sonucu gelişebildiği düşünülmektedir. İltihap oluşur ve deri dökülmeye başlar. Deride meydana gelen kesikler, kaşıma, aşırı güneş yanması sonucu ortaya çıkabilir. Mikrobik bir hastalık değildir ve açık bir yara şeklinde değildir. Diğer insanlara bulaşması, onların sağlığında herhangi bir sorun oluşturması söz konusu değildir.
Yaralanmalar, tramvalar, bazı hastalıklar (eklem romatizması, mikropların neden olduğu hastalıklar, boğaz enfeksiyonu) ve kanser gibi bazı hastalıklarda kullanılan, bağışıklık sistemini azaltan ilaçların kullanılmasıyla sedef riski artar. Özellikle streptokok türü bakterilerin yol açtığı infeksiyonlar sonucu ortaya çıkabilir.
Bunların dışında stres, önemli bir faktördür. Ani şoklar, psikolojik bozukluklar sedefin daha da şiddetlenmesine yol açar. Sedefin ortaya çıkmasında ya da şiddetlenmesinde bazı ilaçlar da rol oynamaktadır. Ayrıca kalsiyum azlığı, hormonal etkilerin sedefin oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir.

HASTALIĞIN BELİRTİLERİ
Sedefin değişik şekilleri vardır. Her sedef birbirinin aynısı değildir. Çocuklarda, yetişkinlerde, yaşılarda farkli özellikler gösterebilir. Çocuklarda kırmızı renkli, kepekli beliritler vardır. Yetişkinlerde ise hastalığın bütün belirtileri görülür. Kabarıklıklar giderek genişler ve kabuklanmalar ortaya çıkar. Yaşlılarda daha büyük çapta belirtiler görülür. Deri kalınlaşmıştır.
Deride; sınırları belli, pembe renkli bir plak, yüzeyinde gümüş renginde kabarıklıklar ile karakterizedir. Bu oluşum, kurudur ve kazınırsa kanayan noktalar şeklindedir. Elinizi, derinize sürttüğünüzde toz gibi olur. Daha önce belirttiğimiz yerlerde sıklıkla görülür. Tırnak yüzeyinde küçük çukurlanmalar vardır ve tırnak, yatağından ayrılır. Kalınlaşan ya da kırılan tırnak değişiklikleri görülür. Hatta sararma mevcuttur. Tedavisi kolay değildir.
Ayrıca kasıklarda, koltuk altında, genital bölgede hastalığın belirtisi ortaya çıkabilir. Sedef hastalarında, eklem iltihaplanması görülme ihtimali az değildir. Bazılarında bu iltihaplanma, hareket kısıtlılığına yol açar. Dolayısıyla eklem ağrısı da hastanın şikayetleri arasındadır.
Guttat sedef hastalığı: Deride küçük, kırmızı ve kabuklu kabarıklıklar oluşur. Genelde çocuklara görülen bu durum zamanla kendiliğinden geçer. Boğaz iltihabından sonra görülmesi niçin çocuklara görüldüğünü açıklamaktadır.

SEDEF HASTALIĞI TANISI
Tanı konması için öncelikle bir cilt hastalıkları uzmanına muayene olmanız gerekir. Yapılan fiziki muayene ile hastalık teşhis edilebilir. Hastalığın nadir de olsa tanısı konması güçleşebilir. Bu durumda deriden parça alınarak yapılan tetkikler sonucu tanı konur. Genelde kan testi yapılmaz.
hastalığın şiddeti, seyri, yerleştiği yer hastalığın tipi ve uygulanacak tedavini şekli için fikir verir. Uygun tedaviyle kontrol altına alınsa da kronik bir hastalıktır ve hastanın yaşamını etkiler.

SEDEF TEDAVİSİ
Öncelikle tedavinin ne şekilde yapılacağına karar verilir. Bunun için hastanın yaşı, hayat tarzı, hastalığın seyri ve şiddeti dikkate alınır. Bu hastalığın tedavisindeki amaç; derinin dökülmesinin önüne geçilmesi ve iltihap oluşumun azaltılmasıdır.
Kullanılan losyon ve kremlerle kaşıntının ve deri üzerindeki kabarıklığın giderilmesi amaçlanır. Ayrıca doktorunuz, deri üzerine uygulanacak bazı ilaçlar verebilir. Bunlara kesinlikle uymanız gerekir. Gerek gördüğü takdirde bu ilaçlarla beraber fototerapi denilen güneş ışığı da kullanılır. Bunu hastanede doktorunuz kontrolünde uygulamalısınız. Yoksa güneş ışığının fazlası zarar verebilir ve hastalığın şiddetini arttırabilir.

IŞIK TEDAVİSİ
Sedef hastalığında lokal ışık tedavisi kullanılır. Sadece sedefli bölgeye uygulanır ve böylece diğer deri bölgelerinde oluşacak yan etkilerin ortadan kaldırılması amaçlanır. Hastaların bir çoğu tedaviye direnç gösterir fakat az sayıda sedefi vardır. Bu hastalarda kullanılan ışık, ultraviole B'dir. Bu sistem bir çok hastada etkilidir ve başarılı sonuçlar alınır. İlaç ya da krem tedavisi uygulanıp bırakıldığında hastalık tekrar kendini gösterir.
Lokal ışık tedavisinde sedefli bölgeye bir kaç dakika ultraviole B verilir. İlaç kullanmaya gerek olmayan bir yöntemdir fakat iyileşmeyi hızlandırmak için bazen kremler veya ağız yolundan alınan ilaçlarla birlikte uygulanır. Seans sayısı kişiden kişiye değişmekle birlikte yaklaşık 8-10 kere uygulanır. Tedaviden sonra uygulama yerlerinde kızarıklık görülse de hasta normal yaşamına devam eder. Son yıllarda avrupada yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.

Sara (epilepsi) Nedenleri - Tedavisi

SARA (EPİLEPSİ) HASTALIĞI
Vücudumuzu yöneten merkez beyindir. Bütün aktiviteleri beynimiz sayesinde yaparız. Dolayısıyla beyindeki hücreler arasında elektriksel bir bağlantı vardır. Merkezi sinir sistemi hücrelerinin beklenmedik, aniden elektriksel boşalması sonucu epilepsi ortaya çıkar. Bir kaç dakika sürer ve sonra geçer. Bu durum bir defadan fazla meydana gelirse buna epilepsi hastalığı denir. Halk arasında "sara" hastalığı olarak bilinir. Nöbetler şeklinde görülür.
Dünyada yaklaşık 40 milyon sara hastası vardır. Ülkemize bu sayı 700 bin civarındadır. Toplumda sara hastalarına genelde kötü gözle bakılmaktadır. Oysaki epilepsi sadece sinirsel bir hastalıktır ve epilepsi hastaları asla deli değildir ve hastaların zeka anormallikleri yoktur.

SARA HASTALIĞININ NEDENLERİ
Genelde epilepsinin nedeni bulunamaz fakat sıklıkla çocukluk çağında ortaya çıkan bu hastalıkta bazı etmenlerin hastalığa neden olduğu bilinmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

* Doğuştan gelen faktörler: Doğum sırasında beynin oksijensiz kalması ya da zedelenmesi, genlerin bulunduğu kromozomlarda meydana gelen hastalıklar, enzim eksikliği,
* Beyin zarlarında iltihap oluşması, menenjit, beyinde meydana gelen tümörler,
* Gebelikte ortaya çıkan, bebeğin gelişmesini önleyen bazı hastalıklar, annenin sigara, alkol, madde kullanması,
* Trafik kazası sonucu beyin zedelenmesi, travma geçirme,
* Ateşli havale geçirme, epilepsinin nedenleri arasında yer almaktadır.

EPİLEPSİ NÖBETİ
Epilepsi nöbetlerinin farklı şekilleri mevcuttur. Şuur kaybı ile beraber görülen nöbette, kişi yaptıklarının farkında değildir. Zaten nöbetten sonra da ne yaptığını bilemez. Elleri, kolları anlamsız şekilde sağa sola hareket eder. Sersemlemiştir ve gözünün önünde noktalar oluşur.
Diğer bir nöbet şeklinde yine şuur kaybı vardır ve hasta yere düşer. Bütün vücudu kasılır ve çırpınır bir haldedir. Ağzından köpük gelebilir. Yaklaşık3-4 dakika sürer. Hasta dilini ısırabilir. Nöbet geçtikten sonra yorgun bir haldedir. Bir süre sonra normale döner.
Bazı nöbetlerde sadece belli bir vücut bölgesi etkilenir. Çünkü bütün beyin etkilenmemiştir. Kontrol edilemeyen vücut bölgesinde, dengesiz hareketler görülür. Şuur kaybı yoktur. Bir başka nöbette ise bir kaç saniye donuk anlamsız bakıştan sonra normale döner. Çok kısa sürelidir ve sadece birkaç saniye şuur kaybı vardır.
Epilepsi hastalığıyla yaşamak zordur fakat kontrol altına alınabilir. Önemli olan nöbetin ardarda gelmemesidir. Bu durum, hayati tehlikesi olan bir problemdir.

NÖBET SIRASINDA NELER YAPILMALIDIR?
Nöbet sırasında yapılcak şey, hastanın kendisine zarar vermesini önlemektir.

* Hastanın etrafında hastaya zarar verecek eşyaları kaldırmak gerekir. Başını bir yere çarpabilir. Kesici aletlere, yatak kenarlarına çarpıp kendisine zarar verebilir.
* Başını ve vücudunu yana çevirin, başının altına yumuşak bir yastık koyulmalıdır.
* Dilini ısırmaması için nöbet geçiren kişinin çenesi açık tutulmaya çalışılmalıdır.
* Kıyafetleri ve yakası gevşetilmelidir. Rahat nefes alması sağlanmalıdır. Hastanın ağzında yiyecek varsa bunu çıkarmak gerekir.
* Hastayı kendine getirmek için soğuk su dökme, tokat ama, kolonya sürme gibi şeyler uygulanmamalıdır.
* Panik yapmayın ve hastayı da telaşlandırmayın.
* Hastaya herhangi bir ilaç verilmemelidir.
* Nöbet sırasında hastanın neler yaptığını gözlemlenmeli ve hastanın doktoruyla bunlar paylaşılmalıdır.

EPİLEPSİ NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Epilepsi teşhisinde hasta yakınlarının, doktora vereceği bilgiler çok önemlidir. Nöbetin ne kadar sıklıkla meydana geldiği, nöbet sırasında neler olduğu hasta yakınları tarafından dikkatle incelenmeli ve bu bilgiler doktora iletilmelidir. Doktor- hasta yakını iletişimi çok önemlidir. Ailede başka birinde de bu nöbetin olup olmadığı öğrenilir. Ancak epilepsi tedavisi uzun sürdüğünden, kesin teşhis koymak için kesin bulgular gereklidir. Bunun için de bazı tetkikler gerekecektir. Beyin tomografisi, EEG, emar ve bazı testler istenir. Bu testler, ayırıcı tanı konması için mutlaka yapılmalıdır.

EPİLEPSİ TEDAVİSİ
Epilepsi tedavisi ömür boyu sürebileceği gibi, bazı kişilerde belli bir yaştan sonra nöbetler ortadan kalktığından tedavi de bitirilir. Fakat bunu doktorunuz belirleyecektir.
Epilepside kullanılan tedavi şekli ilaç tedavisidir. Bu ilaçlar beynin aşırı uyarılmasını engeller. Fakat ilaç tedavisiyle hastalık tamamen ortadan kaldırılamaz. Sadece oluşabilecek nöbetlerin önüne geçilmiş olur. İlaçların düzenli ve belirlenen dozda alınması şarttır. Bir müddet nöbet olmaması ilacı bırakmanız gerektiği anlamına gelmez. İlacı bıraktıktan sonra tekrar nöbet ortaya çıkar. Ayrıca ilaç kullanan her kişide nöbet oluşmayacak diye bir şey de söz konusu değildir. Tedavide hastalığın tamamen geçmesi yüzde 60 ihtimaldir.
Epilepside her hastaya aynı miktarda ya da aynı ilaçlar verilmez. Doktor, hastanın yaşı, kilosu, nöbetin tipine göre ilacı belirler. Gerekirse birden fazla ilaç hastaya önerilir.
Her hastalığın ilacında olduğu gibi epilepsi ilaçlarının da bazı yan etkileri vardır. Yorgunluk, uyku hali, kilo alma, saçlarda ve ciltte döküntü bunlardan bazılarıdır. Doktorunuz size en uygun tedaviyle bu yan etkileri minimuma indirecektir.
Epilepsinin tamamen geçeceğini söylemek mümkün değildir. Bazı hastalarda özellikle ergenlik çağında geçebilir. Nöbeti oluşan kişilerde ise tedaviye devam edilmelidir. Doktorunuz öngördüğü takdirde bir müddet ilaç tedavisi kesilerek nöbetin oluşup oluşmayacağına bakılır.

Reflü Nedenleri - Tedavisi

REFLÜ NEDİR? (GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ)
Yediğimiz besinler yemek borusundan mideye gelir. Yani mide, yukarında yemek borusuyla bağlantılıdır. Çeşitli sebeplerden dolayı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasına reflü denir. Bu durum uzun süre devam ederse, asitli olan mide içeriği yemek borusunu tahriş eder. Yemek borusu kendini mide asidinden koruyamaz hale gelir.
Reflülü kişilerde, genelde yemekten sonra ağza acı su ve besin gelebilir. Reflünün oluşmasında bir diğer faktör mideyle yemek borusu arasındaki kapağın görevini yerine getirememesi sonucu ortaya çıkar. Bu kapak, mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engellemektedir.
Tüm dünyada sık görülen bir hastalık olan reflü, ülkemizde de bir hayli fazla görülmektedir. Yapılan araştırmaya göre her 5 yetişkinden birinde reflü vardır. A.B.D' de bu oran yüzde 0.5'tir.

REFLÜNÜN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Reflü görülen kişilerde şu belirtilerden bazıları vardır:

* Mide yanması en çok şikayet edilen rahatsızlıktır.
* Mide içeriğinin yukarı çıktığını hissetmek,
* Göğüs bölgesinde yanma,
* Ağza acı suyun gelmesi,
* Kalp çarpıntısı,
* Rahatsız edici mide şişkinliği, öksürme,

Bazı durumlarda boğazda bir kaç belirti ile kendini gösterebilir;

* Boğazda bir şey varmış gibi hissetme ve boğazı temizleme hissi,
* Yutkunurken zorlanma,
* Öksürük,
* Boğaz ağrısı,

Stres reflüyü arttırmaz. Fakat reflünün şikayetlerinin hissedilmesine neden olur. Zaten stres, gastrit ve ülser gibi mide hastalıklarına yol açacağından ve mide asidini arttıracağından şikayetlerin artmasına yol açar.
Reflü, ağız kokusuna yol açabilir. Fakat sadece reflü değil, dişlerde meydana gelen bir enfeksiyon, bademcik iltihabı, sinüzit, salyanın azalması da ağız kokusuna yol açar. Bunları reflüden ayırmak gerekir. Bazı durumlarda hasta ağzının kötü koktuğunu söyler; fakat bu diğer kişiler tarafından farkedilmeyebilir. Bu, psikolojik bir problemdir ve tedavi edilir.

REFLÜ TANISI
Reflünün tanısında çok kullanılan yöntemlerden biri endoskopidir. Her hastaya uygulanır. Bu yöntemle mide kapağının durumu, yemek borusunun hasarı ve diğer mide yüzeyindeki rahatsızlıklar saptanır.
Tanıda kullanılan bir diğer yöntemde, ilaçlı bir filmle yemek borusundan, ilacın geçişi izlenir ve herhangi bir problem varsa tedavi edilir. Diğer yöntemlerle de yemek borusundaki reflü, ph metriyle, yemek borusunun besini itme gücü ise manometri ile ölçülür.

REFLÜ TEDAVİSİ
Hastaların alacağı bazı önlemler, beslenme konusuna dikkat etmek ve ilaç tedavisi hastalığın kontrol altına alınmasını sağlar. Reflü tedavisinde bir kaç seçenek vardır. Hastalığın ne kadar ilerlediği belirlendikten sonra buna en uygun tedavi doktorunuz tarafından belirlenir.
Tedavi seçeneklerinden birisi ilaç tedavisidir. Bunun için mide asidini kontrol altına alacak ya da salgısını azaltacak ilaçlar kullanılır. Böylece yemek borusuna kaçan asit miktarı azaltılır. Bir çok reflü hastasında olumlu sonuçlar alınır. Fakat ilacın bırakılmasıyla belirtiler, şikayetler tekrar ortaya çıkmaya başlar. Çünkü bu ilaç tedavisiyle mide kapağındaki sorun ortadan kaldırılamaz. Bu tedaviyle yemek borusunun tahrişi en aza indirilir fakat safra sıvısı asidik olmadığından yemek borusuna yine kaçar ve zarar verir.
Diğer bir tedavi şekli ise cerrahi tedavidir. Alınan önlemler ve ilaçlarla hastalık kontrol altına alınamıyorsa anti-reflü cerrahisi uygulanmaktadır. Ameliyatla büyük oranda başarı sağlanır ve reflü şikayeti tamamen ortadan kaldırılır. Bu ameliyatta, mide kapağındaki bozukluk düzeltildiği için mide sıvısının, yemek borusuna geçmesi engellenmiş olur. Tercih edilmesi daha doğru bir tedavi şeklidir. İlaç kullanımına gerek yoktur. Hayat boyunca ilaç kullanmak istemiyorsanız, hastalıktan tamamen kurtulmak için ameliyat yeterlidir.

REFLÜNÜN NEDEN OLDUĞU DİĞER PROBLEMLER NELERDİR?
Çok sık karşılaşılan bir durum olmasa da, uzun süreli reflü hastalığı ciddi rahatsızlıklara yol açabilir. Normalde yemek borusu mekanik dalga hareketleriyle alınan besinin mideye iletilmesini sağlar. Yani yemek borusu, hiçbir hareket yapılmadan yemeğin geçtiği bir boru değildir. Bu yüzden de yutma işlemi aktif bir olaydır. Bu sayede, uzanırken bile bir şeyler yediğimizde bunlar mideye iletilir. Reflü, uzun sürdüğünde yemek borusunun sürekli tahrişi sonucu hareketliliğinde azalma meydana gelir. Hatta bu tahriş sonucu yemek borusu kısalabilir ve alt ucu daralabilir. Böylece katı besinlerin yutulması güçleşir. Günümüzde uygulanan antireflü ameliyatları bunun gibi geç kalınmış durumlarda uygulanamaz.

REFLÜ HASTALARININ YAPMASI GEREKENLER

* Asitli içeceklerden, alkol, kahve, baharatlı yiyecekler, çikolata, soğan, sarımsak gibi besinlerden uzak durmak gerekir. Bunlar mide asidini arttırıcı yiyecek ve içeceklerdir.
* Aspirin ya da ağrı kesici ilaçların mümkün olduğunca az kullanılması gerekir.
* Yemek yedikten hemen sonra yatmayın. Çünkü mide asit miktarı yatarken çoktur. Yattığınızda ise baş-boyun bölgenizi yukarıya koyun.
* Sigara ve alkol asit dengesini bozacağından mutlaka bırakmalısınız.
* Az ama sık yemek yemek, her öğün çok fazla yemekten daha iyidir.
* İdeal kilonuzda olmanız gereklidir. Bunun için doktor kontrolünde zayıflamanızda fayda vardır.
* Kemeri çok fazla sıkmayın, dar giysilerden kaçının.
* Çok fazla güç gerektirecek işlerden uzak durun.

Raşitizm Nedenleri - Tedavisi

RAŞİTİZM NEDİR? KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Kalsiyum ve fosfor gibi kemiklerin gelişiminde çok önemli rol oynayan minerallerin kemiklerde yeterince bulunmamasına bağlı olarak ortaya çıkan hastalığa raşitizm denir. Her yaşta görülmesine rağmen, sıklıkla çocuklarda D vitamini eksikliğine bağlı olarak oluşan raşitizm görülür. Çoğunlukla 3 ay- 2 yaş arası çocuklarda ortaya çıkar. Türkiye' de görülme sıklığı yüzde 5-6 arasındadır fakat bazı bölgelerde bu oran çok daha fazladır.

D vitamini
Eksikliğinde raşitizm görülen D vitaminine ayrı bir paranaaa açmak gerekir. D vitamini çocuklarda büyüme için gerekli olan kalsiyum ve fosfor dengesini ayarlar. Bu mineraller D vitamini sayesinde barsaktan emilir. Besinlerle alınan ve güneş ışığı sayesinde ciltte senaaalenen bu vitamin vücudun gereksinimi için temel kaynaklardan biridir. Güneşin faydalarından biri de budur. Bebeklerin vücudunun haftada yirmi dakika kadar güneş görmesi çok faydalıdır. Gerektiğinde başın güneş ışığından korunarak kol ve bacakların çok fazla güneşte kalmamak şartıyla gün ışığına maruz kalması D vitamini senaaai için gereklidir.
Besinlerle bu vitamini yeterince almak için zenginleştirilmiş besinler gerekir. Balık ürünleri ve balık yağı dışında günlük ihtiyacı karşılayacak miktarda D vitamini her besinde yoktur. Özellikle henüz anne sütüyle beslenen bebeklerde bu vitaminin de ek olarak verilmesi gerekir. Çünkü anne sütünde bulunan miktar bebeğin ihtiyacını karşılamaya yetmez. Henüz doğmamış, anne karnındaki bebek D vitamini ihtiyacını anneden karşılar. Annede yeterli miktarda bulunmuyorsa, bebek D vitamini eksik doğar. Bu da raşitizme neden olur.

RAŞİTİZMİN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Her yaşta farklı belirtileri vardır. Bebeklerde görülen D vitamini eksikliğine bağlı raşitizmde kandaki kalsiyum ve fosfor miktarları normal bulunması gereken miktardan daha azdır. Sebebi bir çok faktöre bağlı olabilir.
Vücut yapısında da bazı farklılıklar göze çarpar. Diş daha geç yaşlarda çıkar, el ve ayak bilekleri normalden daha geniştir. Yalnız bu geç diş çıkmasının sebebi sadece D vitamini eksikliği değildir. Bu yüzden her dişi geç çıkana D vitamini verilmemelidir. Göğüste küçük şişlikler vardır ve çökmeler oluşabilir. Hastalık ilerledikçe büyüme geriliği, yaşıtlarından kısa kalma gözükür. Yürürken bacaklarda eğrilik vardır. Bu sorunlar kalsiyum yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkar.
Raşitizmli bebeklerin yürümesi ve emeklemesi geç olur. Kaslar zayıftır. Anneler bebeğin başının terlediğini söylerler. Bu belirtilerin tek tek görülmesi raşitizm olduğunu düşündürmez. Bunlardan birkaçı birlikteyse raşitizm düşünülebilir.
Bazı hastalıklar sonucu ya da genetik faktörlerden dolayı da ortaya çıkabilir.

NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Kemik filmi, kan tahlili, kan kalsiyum, fosfor ve ALP (alkalen fosfataz) düzeyleri ölçümü ile belirlenebilir. Fakat klinik bulgular teşhis konması için genelde yeterli olmaktadır.

RAŞİTİZM TEDAVİSİ
Raşitizm tedavisi zor değildir. Eksik olan D vitamininin yerine konmasıyla tedavi edilir. Fakat belirtilen dozlarda alınması gerekir. Doktor kontrolü olmadan alınan D vitamini vücutta zehirlenmeye neden olabilir. Hatta böbrek yetmezliği ve ölümle bile sonuçlanabilir.
Ya uzun süreli düşük doz verilir ya da kısa bir sürede yüksek bir doz verilir. Genelde ağız yoluyla alınır. Bazen kas içine enjekte edilir. Bu iki tedaviden biri hastanın durumuna göre tercih edilir. Gerektiğinde kalsiyum takviyesi de yapılır.

RAŞİTİZMDEN KORUNMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Raşitizmden korunmak ve özellikle çocukları bu durumdan korumak için güneş ışığı görmelerini sağlamak gerekir. Bunun için çocukları açık havada tutmak gerekir. Çünkü pencere camı D vitamini senaaalenmesi için gerekli ultraviyole ışınının geçmesini önlemektedir. A.B.D' de yapılan bir araştırmada haftada 10 dakika sadece altında bez bağlı olarak vücudu çıplak şekilde ve yüz, el, ayak açık şekilde haftada 2 saat kadar güneş ışığına maruz kalmanın yeterli olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde hamile annelerin de güneş ışığında kalması bebeğin D vitamini kazanması için son derece faydalıdır.
Bunun dışında anne sütüyle beslenen çocuklara, D vitamini ilave olarak verilmelidir. Bu ağız yoluyla kolaylıkla yapılır. Ama miktarını iyi belirlemek gerekir. Bunun için bir uzman doktordan yardım almanızda fayda vardır.
Hazır mama ile beslenen çocuklarda takviyeye gerek yoktur. Zaten bu besinlerde bebeğin gelişimi için gereken takviye yapılmıştır. İlk altı ay anne sütü bebeğin beslenmesi için yeterlidir. Anne, süt vermeyi kestikten sonra da bebeğe D vitamini verilmesi en az 1 yıl boyunca devam etmelidir. Bir diğer yöntem, daha besin hazırlanırken takviye yapılmasıdır. Günümüzde bizde ve özellikle batılı ülkelerde bu uygulama yapılmaktadır. Mineral ve vitamin yönünden zenginleştirilmiş süt ve yoğurtlar satılmaktadır. Bu uygulama ileride oluşacak kemik erimesi gibi çeşitli rahatsızlıkları da önlemeye yardımcı olacaktır.

Prostat Kanseri Nedenleri - Tedavisi

PROSTAT KANSERİ NEDİR?
Vücudumuzda bulunan bütün hücreler belli bir düzende kontrol altında çoğalırlar ve kendini yenilerler. Bazı nedenlerden dolayı -bu nedenleri birazdan inceleyeceğiz- ise hücrelerin çoğalması kontrol edilemez. Bu kontrolsüz çoğalma sonucu oluşan hücreler birarada birikerek tümör oluştururlar. Tümör dediğimiz şey hücre topluluğudur. Tümörlerin bir kısmı çoğaldığı yerde kalır fakat bir kısmı ise dolaşımla daha başka organlara yayılırlar ve onları tahrip edebilir. İşte bu yayılan tümörlere kötü huylu tümör ya da "kanser" denir. Kanser hücreleri başka yere yerleşip orada çoğalma özelliğine sahiptir. Prostat ise bütün erkeklerde bulunan bir organdır. Erkekte meninin yapımından sorumludur. Bu bezde ortaya çıkan kansere prostat kanseri denir.

KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Erkeklerde en sık görülen iç organ kanseri prostattır. 50 yaşın üstündeki erkeklerde akciğer kanserinden sonra en çok öldüren kanser türüdür. 65-75 yaş arasında görülme ihtimali en fazladır ve yaşlı erkeklerin hastalığı diye de bilinir. Belirti vermeyen türü daha yaygındır ve 75 yaşından sonra bu türün görülme sıklığı yüzde 50'nin üzerindedir. Yaş ilerledikçe prostat kanseri riski artmaktadır. Çünkü yapılan araştırmalara göre 65 yaşın üzerindeki kişilerde görülme ihtimali fazladır.

PROSTAT KANSERİNİN NEDENLERİ
Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte hormonların, genetik (aileden gelen) ve çevresel faktörlerin bu hastalığın oluşmasında sebepler olduğu düşünülmektedir. Ergenlikten önce ortaya çıkmadığı için ergenlikten sonra salgılanan hormonlar ve bu kanserin tedavisinde kullanılan hormonların (östrojen gibi) varlığı hormonların bu hastalık üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.
Prostat kanserli kişilerin birinci derecede akrabalarında da hastalık riskinin arttığı belirlenmiştir. Bu yüzden genetik faktörler de prostat kanserinden sorumlu tutulmaktadır. Amerikalı siyah ırkta, afrika kökenlilerde daha fazla görülür ve daha erken yaşta ortaya çıkar. Bu durumun sebebi henüz bilinmemektedir. Prostat kanserine neden olan genleri bulmak için hala çalışmalar devam etmektedir.
Belirli coğrafik yerlerde prostat kanserinin daha çok görülmesi çevresel faktörlerin de rol oynadığını düşündürmektedir. Özellikle İskandinav ülkelerinde daha çok görülür. Japonya ve bazı asya ülkelerinde daha az görülmektedir. Bu bölgelerden riskli bölgelere göç sonucu hastalık riski artmamış fakat sonraki nesilde arttığı görülmüştür. Bu da çevresel etkinin önemini göstermektedir. Hayvansal yağ içeriği yüksek olan besinlerle beslenmenin de hastalık riskinin arttırdığı düşünülmektedir.

PROSTAT KANSERİNİN BELİRTİLERİ
Hastalık sinsi seyreden ve yavaş gelişen bir durum olduğundan genelde hastalığın erken döneminde belirti vermez. Hastanın da pek şikayeti olmaz. Ama hastalık ilerledikten sonra -genelde idrar yolunun tıkanmasıyla ortaya çıkar- şu belirtiler görülür:

* idrar yaparken zorlanma,
* sık sık idrara çıkma ve gece bunun için uyanma,
* idrarda kan görülmesi.

Bu yukarıdaki belirtiler prsotatın büyümesi sonucu ortaya çıkar. Tümör yayıldığında ise vücutta ağrı (genelde bel ağrısı) kilo kaybı gibi durumlar görülür.

PROSTAT KANSERİ TANISI NASIL KONUR?
PSA düzeyinin ölçülmesi, elle yapılan muayene, ultrason, röntgen, prostattan parça alarak prostat kanseri tanısı yapılır. PSA prostatta üretilen bir madde olduğundan bunun kanda olması gereken miktardan fazla olması tanı konmasında önemlidir. Normal değer 4 ng/dl ve bunun altıdır. Elle yapılan muayeneyle oluşmuş tümör varsa anlaşılır fakat bu yeterli bir yöntem değildir. Kanserin kemiklere yayılıp yayılmadığını anlamak için kemik filmi çekilir. Aynı durum akciğer için de geçerlidir. Ultrasonla kanser görülebilir ve nerelere yayıldığına, büyüklüğüne bakılır. Prostattan alınan parçayla mikroskobik olarak inceleme sonucu kanser tanısı konabilir.

PROSTAT KANSERİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?
Prostat kanseri erken tanısında tamamiyle tedavi edilebilen bir hastalıktır. Öncelikle uygun tedavi için tümörün incelenmesi gerekir. Kanserin yayılması incelenir. Tümörün nerelerde bulunduğuna bakılır. Tedavi yöntemlerinden biri ilaç tedavisidir. Kanser hücrelerini yok etmede kullanılan ilaçlarla yapılır. Ayrıca yapılan hormon tedavisi de ilerlemiş prostta kanserlerinde uygulanır. Östrojen hormonu verilir. Bir diğer tedavi şekli ışın tedavisidir. Radyoterapi denilen yöntemdir. Amaç kanser hücrelerini öldürmektir. Ameliyatla yapılan tedavi sonucu prostat bezi, tümörün yayıldığı organlar çıkarılır.
Ancak şunları unutmamak gerekir ki, herkes için aynı tedavi yapılmaz. Tedavideki amaç ömrü uzatmaktır. Hastalık çok ilerlerse tedaviyle hastalık sadece yavaşlatılabilir. Hemen tedavi edilebilen bir hastalık değildir. Bu yüzden 50 yaşın üzerindekiler hastalığın taraması için doktor tarafından kontrol edilmelidir. Hastalık pek belirti vermediği için erken tanı konması çok önemlidir. Ayrıca tedaviler o kadar rahat ve yan etkisiz değildir. Mutlaka size en uygun tedavi seçilmelidir.

Prostat Iltihabi (prostatit) Nedenleri - Tedavisi

PROSTAT İLTİHABI (PROSTATİT)
Prostat bezinde sperm kanalları bulunur. Bunlar çok uzun kanallardır. Başta E. coli adını verdiğimiz bakteri türü ve diğer bakteriler bu kanallara yerleşerek burada enfeksiyona neden olurlar. Vücut da bu duruma iltihap oluşturarak yanıt verir. Bir de idrar yolunda oluşan iltihap prostat bezine bulaşırsa prostat iltihabı oluşur. Bu hastalığın oluşması için mutlaka bakteri olması gerekmez. Bazı prostat türlerinde bakteri olmadan da prostat iltihabı oluşmaktadır. Prostat iltihabı cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biri değildir. Çünkü prostatit bulaşıcı değildir. Ergenlik çağından sonra her yaşta ortaya çıkabilen bir durumdur. Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Sinir hastalıklarına yol açabilir.
PROSTAT İLTİHABININ ÇEŞİTLERİ VE NEDENLERİ

1. Akut prostatit: Ani gelişir ve şiddetlidir.

2. Kronik prostatit: Sinsi seyreden bir durumdur ve daha az şiddetlidir.
Prostat bezinin iltihabına sıklıkla bakteriler neden olur. Bir çok mikrop prostat iltihabının oluşmasında etken rol oynar. İdrar yolunda yapılan bazı tıbbi müdahaleler sonucunda da oluşabilir. Prostat bezinin bir diğer nedeni ise kalın barsakta oluşan iltihaplar, makat bölgesindeki yaralar ve hatta bademcik iltihabıdır fakat bu çok zayıf bir olasılıktır. Kan dolaşımı sonucunda ortaya çıkan bir durumdur.

PROSTATIN BELİRTİLERİ VE HASTANIN ŞİKAYETLERİ
Akut ve kronik prostat iltihabındaki belirtiler birbirinden çok farklı olmasa da tedavileri ve bazı belirtileri farklı olduğundan bunları tek tek incelemekte fayda var.

1. Akut prostat iltihabı: Kronik prostat iltihabına göre çok daha az görülür. Şikayetler aniden ortaya çıkar ve belirtiler şiddetli bir şekilde seyreder. Hasta çok ağrı çeker ve gergin bir haldedir. İdrarını yaparken yanma hisseder ve idrarının tamamını yapmada güçlük çeker (yetersiz idrar kesesi boşaltımı). Vücutta mikrop fazladır. Ateş yükselmiştir ve titreme de görülür.

2. Kronik prostat iltihabı: Daha sık görülen bir durumdur. Sinsi seyreden bir hastalıktır, yavaş yavaş gelişir ve şiddeti akut prostatite göre daha azdır. Sık idrara çıkma isteği vardır. Yine idrarda yanma ve idrarı yaparken zorlanma görülür. Ateş fazla yükselmez. Cinsel isteksizlik görülür. Boşalma sırasında ağrı hissedilir. Bağırsaklarda gerilme hissi vardır. Bunların dışında yine makat bölgesinde, erkeklik hormonu olan testesteronun salgılandığı yer testislerde ağrı duyulur.
Bu prostat iltihaplarının yanında bakterilerin neden olmadığı iltihaplar da vardır. Bu durumda da idrar yaparken ve boşalırken ağrı, sık idrara çıkma peniste, testiste, idrar kesesinde ağrı vardır. Ayrıca bu belirtilerin sadece prostat iltihabında görülmediği bilinmelidir. Prostat bezinin etrafındaki kas ve sinirlerde sorun olduğunda da aynı belirtiler görülebilir.

PROSTAT İLTİHABI TEDAVİSİ NASILDIR?
Kronik prostat iltihabı tedavisinde genelde antibiyotik kullanılır. Ortalama 5 hafta boyunca bu antibiyotik tedavisi uygulanır. Hastalık tekrarlar ya da tedaviden sonuç çıkmazsa bu tedavi süresi uzatılabilir. Bunun yanında şişliği ortadan kaldırmak için ilaçlar verilir. Daha sonraları ise idrarın rahat yapılmasını sağlayacak ilaç tedavisi uygulanabilir. Çok nadir durumlarda ise ameliyat uygulanır. Tedavisi zor bir rahatsızlıktır. Antibiyotikler o bölgeye yeterince etki etmeyebilir.
Akut prostat iltihabı tedavisinde yoğun antibiyotik tedavisi uygulanır. Ölümcül olabilen bir durum olduğundan yoğun bir bakım gerekir. En az iki hafta süreyle uygulanır. İdrar yaparken zorlanan kişilere sonda takılabilir. Damar içi ilaç tedavisi de yapılabilir.
Hastanın hayatını olumsuz etkileyen bir durum olduğundan tedavi mutlaka yapılmalıdır. Çünkü çaresi olan bir hastalıktır. Tedavi sonucunda çok büyük aşamalar kaydedilir. En azından kontrol altında tutulur.
Hastaların şu durumları bilmesinde fayda vardır:

* Cinsel ilişkiyi bırakmak gerekmez. Hasta ilişkine devam edebilir,
* Hayatını prostat iltihabı olmadan önceki gibi devam ettirebilir,
* Prostat kanseri oluşumuna neden olmaz,
* Tanısı zor konulan bir hastalık olduğundan tanıyı doğru koymak önemlidir,
* İlaçları belirtiler geçti diye bırakmamak gerekir.

Peptik ülser Nedenleri - Tedavisi

PEPTİK ÜLSER
Ülserler sindirim sistemi kanalı boyunca mukoza adı verilen iç tabakada yer alan yarıklardır. Diğer yaralardan farklı olarak iyileşmesi uzun sürer. Oniki parmak bağırsağı ve midede görülen bir rahatsızlık olan peptik ülserler en sık görülen ülser çeşididir. Peptik ülser mide ya da oniki parmak barsağının (mideden sonra gelen ilk kısım) asidik salgılarla tahriş olması sonucu ortaya çıkan kronik bir hastalıktır. Bu bölgede görülme sıklığı yüzde 98 gibi çok yüksek dir değerdir. Bu hastalık yalnız mide ya da yalnız oniki parmak barsağında görülebileceği gibi her ikisinde de görülebilir.

KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Bazen genç yetişkin insanlarda görülse de sıklıkla orta yaş ve üstü kişilerde ortaya çıkan, iyileşse bile tekrarlayan tipte bir rahatsızlıktır. Başlama nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, aylar süren bir hastalık döneminden sonra iyileşir. Hasta iyileşse de peptik ülser olmaya yatkındır. A.B.D' de erkeklerin yüzde 2.5' inde, kadınların yüzde 1.5'inde peptik ülser vardır. Hem erkekte hem kadına toplam görülme riski yüzde 10'dur.

PEPTİK ÜLSER NASIL ORTAYA ÇIKAR? NEDENLERİ?
Midenin iç kısmında mukoza adında bir tabaka bulunur. Bu tabakadan asit ve pepsin enzimi salgılanır. Bu salgı aşırı miktarda olduğunda koruyucu faktörler bunu engellemeye yetmez. Mide ve oniki parmak barsağında yara oluşturur. Bu durumda ülser oluşumuna neden olur. Ülserli kişilerde mide asit salgısı birkaç kat artabilir.
İkinci bir neden ise H.pylori adındaki bakterinin enfeksiyon meydana getirmesidir. Bu enfeksiyon peptik ülserli hastaların yüzde 70-80'inde bulunmaktadır. Bu durum ortaya çıktığında antibiyotiklerle tedavi edilmezse hayat boyu görülebilir. Çünkü bu bakteriler yapısında bulunan sindirici enzimler (parçalayıcı bir yapı) ve fiziksel yetenekleriyle midenin mukoza bariyerini eritirler. Bunun sonucunda da midede bulunan güçlü asit yapısındaki sindirici sıvılar bu mukoza tabakasının altında bulunan örtü tabakasının hücrelerini sindirir. Daha ağır durumlarda bunun altındaki dokularda da hasar meydana gelebilir. Sonuçta peptik ülser oluşur.
Bunların dışında da bazı nedenler de ülser oluşmasına sebeb olabilir. Tek başlarına ya da yukarıdaki nedenlerle birlikte ülsere neden olurlar. Sigara kullanmak, kan akımını engeller. Böylece iyileşme gecikir. Ayrıca midenin asidik salgı yapan bezlerini uyararak salgı yapmasına neden olur. Aspirin mide mukoza tabakasına zarar verir. Ayrıca alkol kullanımı doğrudan olmasa da alkole bağlı siroz hastalığı sonucu peptik ülser gelişebilir. Yüksek dozda kortikosteroid kullanımı ve stres de ülser oluşumunda rol oynar.

PEPTİK ÜLSERİN BELİRTİLERİ
Bir çok peptik ülserli hastada midede yanma ve ağrı oluşmaktadır. Az sayıdaki bir hastada ise kanama görülebilir. Bu ağrı gündüz veya gece vakitlerinde yemekten sonra 2 saat içinde daha da şiddetlenir. Yiyecek ya da asidin etkisini azaltıcı olan maddeler ağrıyı azaltır. Şu belirtiler de ülserin habercisi olabilir:

* Bulantı ve bununla birlikte kusma görülür,
* Ülserlilerde kilo kaybı dikkat çekicidir,
* Şişkinlik ve geğirme gibi durumlar ortaya çıkar,
* Hastaların üçte birinde kanama görülebilir. Hayati tehlikeye yol açabilecek kadar şiddetli olabilir,
* Daha az sayıdaki hastada ise perforasyon görülebilir (A.B.D de bu hastalıktan ölen üç bin kişideki ölüm nedeni budur).

PEPTİK ÜLSERİN TEDAVİSİ
Ülserin nedeninin enfeksiyona bağlı olduğu ortaya çıktıktan sonra tedavi anlayışı büyük oranda değişmiştir. Tedavide kullanılan yöntemlerden biri enfeksiyona neden olan bakterilerin öldürülmesi için antibiyotik kullanılmasıdır. Bir diğeri de midenin asit salgısını azaltacak ilaçlar kullanılmasıdır (histaminin uyarıcı etkisini engelleyen ilaçlar). Bu ilaçlarla mide salgısı yüzde 70-80 oranında azaltılmaktadır.
Diğer bir tedavi şekli ise tüm asit ve pepsin salgısını engellemek için bu salgıyı uyaran sinirin (vagus siniri) kesilmesidir. Bundan sonra hasta bir hafta içinde tedavi edilir fakat aylar sonra mide salgısı eski düzeyine gelir ve ülser tekrarlar. Bu tedavilerden sonra gayet iyi sonuçlar alınabilir fakat ülserin çok ağır olduğu bazı durumlarda (ülser sonucu ani kanamalarda) cerrahi tedavi yapılması gerekir.
Peptik ülserler kronik ve tekrarlayıcıdır. Hayatı kısaltmaktan çok hayatın kalitesini azaltır. Tedavi edilemeyen bir ülserin iyileşmesi 10- 15 yıl kadar sürer.

PEPTİK ÜLSERDEN KORUNMAK İÇİN

* Alkol ve sigara kullanmayın,
* Süt gibi mide asidini arttıran, kahve,kola gibi mideye zarar veren kafeinli içeceklerden uzak durun,
* Stres ülsere yol açan bir durumdur. Stresten uzak sakin bir yaşam sürmeye çalışın,
* Bal yemenizin ülserin iyileşmesine çok faydası vardır. Büyük oranda iyileşme sağlar. Ağrı ve yanma şikayetlerini yok eder,
* Aspirin asidik yapıda olduğundan ülserli kişilerde rahatsızlığa yol açabilir,
* Midenizin çok boş kalmasına müsade etmeyin. Az ama sık yiyin,
* Aniden mideniz ağrıdığında bir bardak ılık su içip rahat bir şekilde oturun,
* Sindirimi zor olan özellikle çiğ besinlerden uzak durmak gerekir. Özellikle soğan ve sarımsak mideye zarar verir ve bu yüzden ülser hastalarına tavsiye edilmez.